Öncü insanların yapacağı şey bu anlayışı, tıpkı denize ulaşmaya çalışan akan suyun önünü açar gibi örgütlemektir.
Düşünce devriminden demokrat bireye, demokrat bireyden doğrudan demokrasiye, doğrudan demokrasiden örgütlü topluma, örgütlü toplumdan adaletli yönetime doğru olan bu doğal akış “Doğal Dünya Düzeni’nin doğal sürecidir.
Bu süreçte temel dinamikleri oluşturan halkın kümelendiği bilimsel, sanatsal ve dinsel yapılanmalar, çağdaş kurumsallaşmayı da birlikte taşıyacağından öncelikle önemsenmelidir. Ve de hiçbir kurumsallaşma sürecinde işbirlikçi nitelik taşıyan bireylere yetki ve sorumluluk veren bir eyleme izin verilmemelidir.
Bağımsız düşünceye göre, dünya yorumu olmayan bir birey kurumsallaşma sürecinde bağımlı olduğu kişi ya da tüzel kişinin güdümüyle ya kurumu istikametinden saptırır ya da yıkma sürecine sokan manipülasyon eylemlerine devam eder.
Bilimsel düşünceye göre dünya yorumu olmayan bir bireyin, kurumsallaşma sürecinde gelenekçi yapılanmaları, gelişmelerin yapılandırdığı çağdaş adımlara monte etme heyecanını göstermesi kaçınılmaz olacaktır.
Evrensel düşünceye göre dünya yorumu olmayan bir bireyin, kurumsallaşma sürecinde evrensel insan haklarını ve evrensel değerleri millileştirme eğilimi göstereceği görülecektir.
Sorumluluk ilkesine göre dünya yorumu olmayan bir bireyin kurumsallaşma sürecinde, geliştirilen fikir, eylem, yapılanma, birikim ve değerleri çıkar ilişkilerine kurban eden yetki kullanma cüretini göstereceği gözlenecektir.
Süreklilik ilkesine göre dünya yorumu olmayan bir bireyin kurumsallaşma sürecinde bilimin, sanatın ve dinin medeniyete olan katkısını sabote etmeye devam ettiği anlaşılacaktır.
Batıda demokrasi Anglo-Amerikan ve Batı Avrupa’nın yorumlarına göre şekillenmiştir.
İngilizler demokrasiyi evrim süreci içinde geliştiren ve pragmatist felsefeye göre uygulayan bir bakış açısına sahiptirler. Demokrasiyi bilim ve teknikle besleme eğilimindedirler.
Evrim süreci toplumda işlerken, gerekli olan yerde devrimin kaçınılmazlığı görmezlikten gelinir.
Batı Avrupa’da demokrasilerin kaynağı gibi algılanan Fransız Devrimi, 1871 Paris Komünü’nün “Ne Tanrı, Ne Sezar, Ne Koruyucu” söylemleri, 1789 Devrimi’nin “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” söylemlerinin temel dinamiği olmuştu.
Köylülerle feodal lordların çatışmasından burjuva devrimi ve köylü devrimi, proletarya ile kapitalistlerin çatışmasından işçi sınıfı devrimi (sosyalizm) ortaya çıkmıştır.
Bu devrimler başka toplumlara ihraç edilmeye çalışılmasa da, değişik kültürel dokulardan farklı üsluplarla uygulanmıştır.
Tüm uygulamalarda (her kültür için geçerli) kapitalizmin piyasa ekonomisi güdümlü olarak belirleyici faktör olmaya devam etmiştir. Kapitalizmin manipülatörleri, toplum mühendisleri, imparatorluklardan ulus devletlere dönen toplumsal dokularda feodal ilişkileri canlı tutarken, merkezi yönetimlerde güdümlü demokrasi yönteminden hiç vazgeçmemiştir. Demokrasi söylemini kutsallaştırarak, feodal kültürü demokrasi arayışına platonik bir kurguyla aşık etmiştir.
Köylülerin demokrasi arayışını burjuva demokrasisi kapsamında desteklemiştir.
Burjuva sınıfının iktidar gücünü oluşturarak, düşük yoğunluklu maddi ve manevi değerlerle beslemiş ve feodal-burjuva yapılanmasını toplumun temel vazgeçilmezi haline dönüştürmüştür.
Böylece feodal yapının kent varoşlarına akışı sağlanmış ve kentte köy kültürü yaşanacak hale getirilmiştir. Köyden kente insan akışı devam ederken, azalan köy nüfusu kenti şişirmiş, kent felsefesinin, sanatının, biliminin tıkanması için yeni bir süreç başlatılmıştır. Bu sürecin siyasal sonuçları, demokrasinin güdümlü olarak sürdürülmesi için kapitalizmin işbirlikçilerine nefes aldırmıştır.
Devlet millet kaynaşması engellenmiş, etnik ve dini çelişkilerin çatışmaya dönüşmesine yeni kapılar açılmıştır. Silahlı güçlerin darbe yaparak güdümlü demokrasiyi meşrulaştırma eylemlerine sıcak bakılmasına neden olmuştur.
Feodal kültürün şekillendirdiği varoşların insanın taşıdığı köy kültürünü, burjuvasını oluşturmak için mücadele eden güdümlü demokrasinin aktörleri, manipülasyonlar ve toplum mühendisliği yöntemleri ile varoş insanlarına bazen sağ bazen de sol ideolojilere evrilen bir aşılamayı uygulayabilmişlerdir. Bu değişikliklere “devrim” demeyi de ihmal etmemişlerdir.
Varoşlarda ortaya çıkan bu sağ-sol yelpazedeki fikir hareketleri hiçbir devrim sürecinde olamayacak bir değişiklikle milliyetçilik, dincilik, particilik konularında da ani değişiklikler göstermiştir.
Dinci olan milliyetçi, solcu olan dinci, milliyetçi olan evrenselci, sağcı olan solcu, solcu olan sağcı olabilmiştir.
Kendi burjuvasını oluşturmuş siyasi güçler, teorik olarak karşı çıkıp, pratik olarak yaşam biçimine dönüştürdükleri güdümlü demokrasinin gölgesinde devleti tepeden değiştirme anlayışını üslup farkları ile sürdürmüşlerdir. Demokrasi felsefesinin, devrim felsefesinin, istişare felsefesinin tabandan başlayan bir süreç olduğunu ne eğitimlerinde ne de üniversitelerinde gündeme bile getirmemişlerdir.
Güdümlü katılımcı demokrasi anlayışını egemen güçlerle iş birliği halinde ayakta tutmaya çalışan kapitalizmin uzantısı burjuva yapılanmalarının en çarpıcı söylemi, ülkelerin (ülkemizin) özel koşullarıdır. Statükocu güçler, belirleyici paradigmalarla sömürü düzeninin laboratuvarı haline getirilmiş toplumsal dokularda, en küçük bir gelişme sürecinin başlangıcına bile tahammül edemeyerek “ülkemizin özel koşulları” söylemini bayraklaştırmışlardır.
Kapitalizmin sömürü geleneği ve işbirlikçileri, bütün bu gelişmelerden etkilenmeden, güdümlü demokrasiyi yaşatabildikleri kadar, istikrarından bir şey kaybetmemiş, inadına ivme kazandırmıştır. (Devam edecek)