Ben ne hukukçu nede sosyal bilimciyim. Bu nedenle ”yeni bir anayasa” konusunda yazacağım şeyler didaktik olmaktan ziyade düşünsel temelde olacaktır.
Anayasa Türk Dil Kurumu Sözlüğünde “bir devletin yönetim biçimini belirten, yasama, yürütme, yargılama güçlerinin nasıl kullanılacağını gösteren, yurttaşların kamu haklarını bildiren temel yasa” olarak tanımlanırken; anayasada belirtilen temel kuralların toplumsal uygulamasını sağlayan “yasa” nın tanımı ise aşağıda görüldüğü gibi beş ayrı şekilde yapılsa da esas olarak uyulması gereken kurullar silsilesi olduğu görülmektedir.
“1. İsim Olayların gidişinde olağan dışına yer vermeyen, değişmezlik ve mecburiyet gösteren kural:
Doğa yasaları.
2. İsim, hukuk devletin yasama organları tarafından konulan ve uyulması gereken kurallar bütünü kanun:
3. İsim, bilimde çok sayıda deney ve gözlemden sonra, aynı şartlarda aynı sonuçları verdiği kesin olarak belirlenen durum:
Yer çekimi yasası. Mendel yasaları.
4. İsim Toplumsal hayat içinde kendiliğinden oluşan ve uyulması toplum içinde yaşamanın bir mecburiyeti olan alışkıların bütünü:
Ahlak yasası.
5. İsim, felsefe düşüncenin mantıksal bir değeri olması için uyulması şart olan temel:
Düşünme yasaları.”
Bakıldığında yasaların temeli olan anayasanın esas olarak uyulması gereken kurallar manzumesi olduğu görülmektedir. Benim esas olarak üstünde durmak istediğim konu “uyulması gereken” aforizmasıdır. Dünyanın en iyi anayasası ve yasalarını yapsanız da; bunlara yönetsel, toplumsal veya bireysel uyum olmadığı sürece hiçbir önemi yoktur. Sadece kırmızı kaplı anayasa kitapçığı veya yazılı kanun maddelerinde kalır. En iyi anayasa nedir sorusu da tam bir bilinmezdir. Her ülke veya anayasayı yapanlar kendi yaptıklarının en iyi anayasa olduğunu söyleyebilirler.
Yasa ve anayasaya yönetsel uyum öncelikle yöneticilerin kanunlara istikrarlı bir şekilde uymaları ile sağlanır. Siyası çıkarlara ters düşen veya kayırmacılığı engelleyen yasa maddelerinin nasıl bir saatte, bir gecede kanun hükmünde kararnamelerle değiştirildiği hepimizin bildiği bir gerçektir. Kanunlara yönetsel uyumsuzluk bireyler ve onların oluşturduğu toplumun da “devlet uymuyor yasalara ben mi uyacağım” düşüncesi ile bireysel ve toplumsal uyumsuzluğa neden olmakta, sonuçta yapılan anayasa ve yasalar sadece kağıt üstünde kalmakta; toplumsal düzeni sağlaması gereken yasa ve anayasa kadük olmaktadır.
Yukarıda adı geçen anayasa ve yasalara uyumsuzluk esas olarak çıkar temelli olup, bu da toplumsal liyakati ortadan kaldırarak ahlaki çöküntüye neden olmaktadır. Toplumda ahlaki çöküntünün başlaması ve kuralsızlık suya atılan taşın yaydığı dalgalar gibi tüm topluma dalga dalga yayılıp tıpkı denizlerde oluşan salya(müsilaj) gibi toplumun hücrelerine nüfuz ederek toplumsal çürümeye yol açmaktadır.
Esasında yazılı bir anayasa olması da şart değildir. Toplumu oluşturan bireylerin emeğe ve üretime değer veren sağlıklı bir eğitim ile eğitildiği, her bireye yönetici erk tarafından eşit vatandaş olarak davranıldığı, her bireyin eşit hak ve özgürlüklere sahip olduğu, başkalarının hakkına saygı duyulduğu, liyakatın, ahlakın, vicdanın var olduğu bir toplumda yazılı anayasa ve kanun maddeleri gerekmez. Kuşkusuz yaşamda kaos olmaması için, yönetsel düzeni sağlamak için yasalar gereklidir, ancak bunlar kişiye ve yönetsel erke göre değişmeyen, kurumsallaşmış, herkesin saygı ve uyum gösterdiği sadece zaman ve çağın koşullarına göre değişmesi zorunlu olduğu durumlar dışında değişmeyen kurallar manzumesi olmalıdır. Bir örnekle durumu somutlaştırmak gerekir ise; trafik kanunlarında kırmızı ışıkta durulmalı, hız sınırlarına uyulmalı, alkollü araç kullanılmamalı diye yazar; bunları ihlal ettiğiniz de has bel kader tespit edilirseniz maddi ceza ile cezalandırılırsınız, suç mahallinde radar, polis, kamera gibi bir tespit aracı yok ise yaptığınız suç yanınıza kalır ve benzer suçları işlemeye devam edersiniz. Bu suçlar günlük hayatta sayısız kez işlenir, siz ceza almayabilirsiniz ama ölümcül kazalar ve milyarca liralık maddi hasar gibi daha dramatik sonuçlar doğurabilir.
Bir insanın başka bireyi veya bir canlıyı kasten öldürmesi en büyük suç olmalıdır ve yasalarda cezası bellidir. Bizde durum nasıl diye baktığımızda; hayvan öldürmek konu edilmesi bile gerekmeyen sıradan bir olaydır, her gün binlerce hayvan yollarda aşırı hızla giden dikkatsiz sürücüler tarafından, ya da içini kötülük bürümüş kişiler tarafından isteyerek, bilerek eziyet edilerek öldürülmektedir. Doğayı bütünüyle seven ve saygı duyan birkaç duyarlı vatandaş ta bu duruma itiraz ettiğinde, hayvanlar için hak talep ettiğinde topluma aykırı vatandaşlar veya psikolojisi bozuk kişiler gözü ile bakılmaktadır.
Bir diğer örnek kadın cinayetleridir. Ülkemizde her gün gazetelerin üçüncü sayfasına konu olan birçok kadın kocası, sevgilisi, babası, kardeşi, akrabası olan erkekler tarafından katledilmektedir. Toplumda giderek artan sayıda meydana gelen kadın cinayetleri tam bir toplumsal yara olmuştur. Hiçbir mazeret insan öldürmeyi kabul edilebilir bir duruma getiremez ve insanı öldürmenin yasalarda cezası bellidir. Gerçek yaşamda böylemi peki? Cevabın olumlu olmasını canı gönülden isterdik, ancak hepimizin bildiği gibi bu suçlular mahkeme önünde boyun eğerek, takım elbise giyerek, saç sakal tıraşı olarak masum pozlarına bürünmekte çoğu kez ciddi bir ceza almadan yaşamlarına başka suçlar ve cinayetler işleyerek devam etmektedirler.
Sonuç olarak yeni bir anayasa yapmak topluma hiçbir açıdan katkı sağlamayacaktır. Esas olarak yapılması gereken; eğitimin toplumu oluşturan bireylerin düşünsel gelişmişliği artırmaya yönelik olmasını sağlamaktır. Düşünsel gelişmişlik beraberinde tüm canlıların yaşam hakkına saygıyı, doğaya ve evrene saygıyı getirecek, toplumda suç oranı düşecek; bireylerin ve tüm canlıların güvenle, sevgiyle, özgürce yaşayabilecekleri bir dünya tesis edilecektir.
2 yorum
Çok doğru tesbitler. Açıklıkla yazmısınız, teşekkürler.
Tesekkür ederim Haldun Hocam, aklın yolu bir