Her geçen gün yeni bir buluş ya da daha kapsamlı bir metodoloji geliştirilerek insanlığın hizmetine sunulan bilim dalı hangisi diye bir soru sorulsa, öyle sanıyorum ki, akla hemen genetik bilim dalı gelecektir. Yanılıyorsam, sevgili okuyucularımdan bilenler düzeltsin, ama son 50 yılda dünyada en kapsamlı gelişmenin genetik bilim dalında olduğu da bütün yayınlarda vurgulanmaktadır. Yine “Journal of Forensic Sciences” adlı dergide yayımlanan (2007 ve 2011) araştırmaları konu alan bir makale 7 Eylül 2011 tarihli New Scientist dergisinde ele alınarak Dünya Ticaret Merkezi[the World Trade Center (WTC)]’’nde ölenlerin kimliklerinin saptanmasında kullanılabilecek yeni bir DNA analiz yöntemi geliştirildiği duyurulmaktadır.
Hatırlanacağı üzere, 10 yıl önce 11 Eylül 2001 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin New York kentindeki Dünya Ticaret Merkezi olarak bilinen İkiz Kuleler’e yolcu uçaklarıyla saldırı düzenlenmiş ve toplam 2 bin 974 kişinin öldüğü, 24 kişinin de kayıp olduğu resmi olarak bildirilmiştir. Saldırı olayının üzerinden geçen 10 yıl içerisinde saldırıya ilişkin pek çok spekülasyon yapılmıştır. Bunların en marjinal olanlarından biri ise saldırıyı bizzat ABD’nin yaptığı ya da yaptırdığıdır. Fakat diğer taraftan, saldırıyı planlayanların ve gerçekleştirenlerin kendileri olduğunu dünyaya duyuran bir de terör örgütü bulunmaktadır. Bu konuyu incelemek bizim işimiz değil, ama üç bine yakın sivil insanın hangi amaçla olursa olsun öldürülmesi kabul edilebilir bir girişim değildir.
Artık, 9/11 olarak bilinen Dünya Ticaret Merkezi’ndeki facianın ya da Amerikalıların tanımlaması ile “Büyük Felaket (Mass Dizaster)” olarak adlandırılan olayın bizi ilgilendiren tarafına gelebiliriz. Zira ölenlerin kimliklerinin saptanması işi üzerinden 10 yıl gibi uzunca bir süre geçmiş olmasına rağmen hâlâ tam olarak çözülememiştir. Nitekim ölenlerden Ağustos 2011 tarihine kadar resmi olarak kimlikleri belirlenenlerin sayısı bin 632 kişidir. Geriye kalanların kimlikleri hâlâ belirlenememiştir. Bununla birlikte bilim adamları bu işin üstesinden gelebilmek için durmadan çalışmaktadır. İşin zorluğunu gözler önüne sermek bakımından 1.6 milyon ton moloz çıkarıldığını ve bunların içerisindeki biyolojik materyalin yangın ve suyun etkisi ile bozulmuş olduğunu hatırlatmak sanıyorum yeterli olacaktır. Ayrıca, biyolojik materyali toplayabilmek için olayın üzerinden 8-10 ay gibi bir sürenin geçmiş olması, diğer uçak kazalarında görülmemiş derecede biyolojik materyalin bozulma nedeni olmuştur.
Mevcut DNA elde etme yöntemleri ile toplanabilen biyolojik materyalden sonuç almak mümkün olmamıştır. Onun için bu konuyla uğraşan ekiplerden bazıları “minifier” adında bir STR DNA kiti üretmeyi başarmışlardır. Burada isim vermeden bazıları kelimesini kullanmayı tercih ettim, çünkü birden fazla firma kendisinin ilk olduğunu ileri sürmektedir. Araştırmacılar kemik kalıntılarının kristal yapısını çözen yeni bir enzim ve ayraç geliştirmiş ve kullandıkları “minifier” adlı kit ile de çok sayıdaki örneği kısa sürede analiz etme imkânını bulmuşlardır.
İkiz Kuleler faciasından her ülkenin çıkarması gereken bazı dersler ortaya çıkmıştır. Bunlardan birincisi, iyi bir aile kaydının tutulmuş olması ve ikincisi de, yalnızca suçluların değil her vatandaşın DNA profili kayıtlarının devlet tarafından tutularak gizli olarak saklanmasıgereğidir. Her bilgimiz devlete açık olduğuna göre DNA kayıtlarımızın da devlet tarafından saklanmasında korkulacak ya da çekinilecek bir taraf yoktur. Tutulan kayıtlar eğer kötü amaçlı olarak kullanılacak olursa, onun da gereğini yine devlet yapacaktır. Bu felaketten de bu dersler ortaya çıkmış olmaktadır.
Yeni bir konuda buluşuncaya kadar esen kalın, sağlıklı kalın.