Yeni bir yıl ve yeni bir YÖK Başkanı atanması, yazının içeriğini de kendiliğinden belirledi. Demografik yapımızın genç bir nüfus profili gösterdiği herkesin malumudur. Üniversite kavramı tüm dünyada ve her çağda sorgulanan bir olgu olmakla birlikte, bizim gibi genç nüfus nitelikli ve genç cumhuriyette daha sık sorgulanan bir kavram diye düşünmekteyim. Spinoza’nın yaşamını ilk okuduğumda çok etkilenmiştim. O büyük filozofun ölümü pahasına gözlük camı yontarak ekmeğini kazanmasını, üniversitede bulunmayı reddetmesini ilginç bulmuştum. Ama Spinoza özgürlüğü seçmişti. Bunlar Orta Çağ Avrupa’sının gerçekliğiydi. Günümüz dünyasında her ne kadar sınırsız ve yansız bir özgürlükten söz edilemezse de Orta Çağ veya daha sonrası dönemlerle kıyaslanamaz bir özgürlük olduğunu da görmezden gelemeyiz. Bir akademisyen olarak benim sistemden çok fazla beklentim ve talebim var! Bilim insanı, toplumun genel yapısından daha farklıdır, sıra dışıdır; değilse de olmalıdır. Düşünmek, insan için tanımlanan bir nitelikse, bilim insanı için daha fazla bir sorumluluk yüklenilmektedir bu anlamda. Düşünmek yetmez, bunun ifadesi koşulsuz gereklidir. Ne mutlu bize ki epeyce yol aldık. Yetmez, yetmemelidir. Üniversitede, evrensel düşüncenin oluşturulması, geliştirilmesi ve ifadesi adına herkesin sorumluluğu var, çünkü geleceğimiz böyle belirlenecek! Bilim insanının düşüncesini ve kendini ifade edişte zerafetten başka bir kaygısı olmamalıdır. Bu bağlamda özlük haklarının iyileştirilmesi ve iş güvencesi mutlaka sağlanmalıdır. Üniversitelerde birçok sorun olduğu ve hâlâ gelişmiş ülkelerin gerisinde olduğumuz bir gerçektir. Üniversitelerin cazibe merkezleri olması sağlanmalıdır. Bu da ancak koşulların iyileştirilmesi ile mümkün olabilir.
“Demokratik üniversite “kavramı çoğumuz için sloganlaşmıştır. Ama demokrasinin sadece seçimden seçime; ki rektör seçimi de bu çerçeve içinde yer almakta; akla gelen olgu olmadığı hatırlanmalıdır. Üniversite yönetimlerinin daha şeffaf olması, yetkilerin paylaşımı sağlanmalıdır. Tüm öğretim üyelerinin yönetime katkıları sağlanabilmeli, anabilim dalı akademik kurullarının yetkilerinin artırılması gündeme getirilmelidir. Yöneticinin merhametine kalmak hem korkutucu hem de kişiliği ezici bir durumdur diye düşünüyorum. Bu nedenle atama ve yükseltilmelerin kesinlikle bilimsel nitelikler göz önüne alınarak yapılması gerekmektedir. Ancak bilim insanı olmanın bir tutum ve yaşam şekli olduğu da akılda tutulmalıdır. Bu insanları yetiştirmek ve kazanmak için ne yapmalıyız diye düşünmek de bizim sorumluluğumuz.
Üniversitelerin birbirinden farklı niteliklere sahip olabileceği gerçeğini de kabul ederek, rekabeti teşvik etmeliyiz. Bu rekabetin en çok üreten, en iyi öğreten ve yeterli hizmet kalitesine ulaşma alanlarında olması beklenmelidir. Fakülte ve yüksekokul kurumlarını ve neyi ifade ettiklerini belki de yeniden tanımlamalıyız. Ülkemizin gereksinmeleri yönünde meslek yüksekokullarının sayı ve niteliklerinin artırılmasına katkıda bulunmak, ülkemizin geleceği açısından ne kadar önemlidir bunu da hatırlamalıyız.
Bir hekim, öğretim üyesi ve öğrenci olarak ne kadar çok işimiz olduğunu görüyor ve tek saniyenin bile harcanmaması gerektiğine inanıyorum. İnsanımıza güvenmek ve onların gelişimine katkıda bulunmak öncelikle eğitim kurumlarının işidir. Bilimsel düşüncenin, hür vicdanlarla ve bağımsız yüreklerle geleceğin tüm alanlarında egemen olması yeni yılda en büyük dileğimdir… Herkesin yeni yılını saygılarımla kutlarım.