Yeni doçentlik kanunu yayımlanarak yürürlüğe girdi. Hayırlı olsun, demek düşer bize artık! Yıllardan beri bu hususta yazdık, konuştuk, konferanslar verdik, onlarca makale ve kitap neşrettik, televizyon programlarında sesimiz kesilinceye kadar anlattık, ilgili mercilere raporlar gönderdik, çıkabilecek problemlerden, telafi edilemeyecek sıkıntılardan bahsettik, çözüm yollarını gösterdik ama sözümüz geçmedi. Yılların tecrübesi ile önerilerde bulunduk ama dinletemedik.
Şimdi, başımızı avuçlarımızın arasına alıp hal-i pürmelalimizi düşünme zamanı… Zira 55 dil puanı ile doçent ve profesör olan akademisyenlerin, bırakın bir başka konuda konuşmayı, fikir beyan etmeyi ve konferans vermeyi, kendi branşlarında dahi kendilerini prezante edebileceklerini ve savunabileceklerini nasıl kabul edebiliriz. Yurt dışı tecrübemiz, bunun hiç de kolay olmayacağını göstermektedir. Kaldı ki bu düzeydeki bir yabancı dil ile ne okunanların doğru dürüst anlaşılabileceği ne de makale yazılabileceği kanaatindeyim. Bu hususu Medimagazin’de birçok kez gündeme getirdim. Hatta doçentlik kapılarında bekler durumda olan meslektaşlarımdan bile çok eleştiri aldım. (https://www.medimagazin.com.tr/authors/ismail-hakki-aydIn/tr-yardimci-docentlik-ve-docentlik-72-87-4087.html) Şimdi, onların bana kıs kıs güldüklerini de hissetmiyor değilim. (https://t.co/MUp9mXH0C3) Ama acısı, daha sonra sorunlarla yüzleştiklerinde çıkacak.
Doçentlikte sözlü/yazılı imtihanın kaldırılmasının, özellikle cerrahi branşlarda uzun yıllardan beri ihmal edilen ameliyat ve ders anlatma aşamalarının da göz ardı edilmesinin çok sakıncalarının olduğunu birçok makalemde, yine bu köşede sizlerle paylaşmıştım. Yeni yasaya göre bu husus, üniversitelerin inisiyatifine bırakılmıştır. Başlangıçta bir ferahlama gibi adaylar tarafından algılanmış olsa da bence bu, çok büyük ayrımcılığa da sebebiyet verecektir. Bir anlamda, yeni doçentler ve hatta profesörler arasında, “Şırnak Doçenti, Edirne Doçenti, İstanbul Doçenti, Ankara Doçenti, Trabzon Doçenti, Erzurum Doçenti… ya da Profesörü” gibi kavramlar dolaşacak, bu da akademisyenleri rahatsız edecektir. Şimdiden bazı çatlak sesler de kulağımıza gelmektedir. Özellikle doğudaki üniversitelerimizde bu akademik titrleri alan öğretim üyelerinin, hakikatte fark olmasa bile, daha fazla etkileneceği kanaatindeyim.
Ya makale hususu… Bu imtihanlar ve atamalar konularında da birçok makalem yayımlanmıştı. Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı çerçevesinde de Yükseköğretim Komisyon Raporunda çok teferruatlı tekliflerde bulunmuştum (http://www3.kalkinma.gov.tr/DocObjects/Download/3218/oik550.pdf). Yükseköğretim Dergisi’nde de çok detaylı bir makale yazmış ve ilgililerin dikkatine sunmuştum. (http://www.yuksekogretim.org/Port_Doc/YOD_2014002/YOD_2014002002.pdf) Her nedense dikkate alınmadı.
Bir de bu akademik jürilerin tespiti çok önemlidir. Jüri üyelerinin belirlenmesi mutlaka ilmî kurallar dikkate alınarak seçilmelidir. Her profesör, kriterleri sağlamadığı müddetçe jüri üyesi olmamalıdır. Bazen aday kadar bilimselliği olmayanların jüri üyesi olduklarına şahit oluyoruz. Katiyetle bu vahim duruma müsaade edilmemelidir. Tabii ki bu jüri üyelerini kimler seçecek, onların kriterleri ne olacak konusu da çok önemlidir. Akademik unvanların maalesef bazen ahbap çavuş ilişkisi ile dağıtıldığı, hak etmeyene, dernek-loca-klüp veya tarikat-cemaat-barikat üçgeninde kanuni şartları yerine getirmeyenlere bile verilerek iğdiş edildiği hususu da gözden kaçmamalıdır.
Sahte doktorların(!) hatta profesörlerin(!) cirit attığı, harem ağası gibi caka sattığı bir ortamda, hekimlere de gösterilen düşmanlığın ve şiddetin had safhaya ulaştığı bir dönemde, bizim de uğraştığımız ve yazdığımız şeylere bak! Liyakat hak getire. Sen sadakatten haber ver! Çıkmamış çivi mi kaldı ki…
Sahi, bu meslektaşlarımıza bu kadar düşmanlığın gösterilmesinin altında, her kesimde içten içe birilerini kemiren dayanılmaz bir aşağılık kompleksi ve kindar bir çekememezlik yatmış olmasın!
Allah aşkına, bize herkes mi düşman…
Yine, henüz hiçbir yerde yayımlanmamış rubâîmize kulak verelim.
PEYMÂNEYİM
— • — — /— • — — /— • — — /— • —
(Fâilâtün, Fâilâtün, Fâilâtün, Fâilün)
Yâr elinden her zaman mecruh gezen dîvâneyim,
Ben bu sevda âteşinden hep yanan pervâneyim,
Çâresiz bir derde düştüm kimse bilmez hâlimi,
Dağda Ferhâd, çölde Mecnûn, elde bir peymâneyim.