Yükseköğretim Kurulu 2015 yılı içinde çok önemli iki karara imza attı. Kanımca her iki karar da devrim niteliğindedir. Bunlardan birincisi akademik teşvik ödemeleri. Bu ödemelerin büyük bir rakam olmayacağını bir toplantıda Sayın Prof. Dr. Yekta Saraç ifade etmişti. Sembolik de olsa bu ödemelerin, akademisyene değer verilmesi bakımından önemli olduğu görüşündeyim.
Şüphe yok ki bu bir başlangıç. Ben yakın bir gelecekte hepimizin değerlendirildiği, üniversitelerin puanlandırıldığı ve buna göre ücretlendirildiğimiz bir durum bekliyorum. Belki de bu puanlar yakın bir gelecekte bizlerin hangi üniversitede çalışıp çalışamayacağımızı belirleyecek. Akademik çalışma yapmak hepimizin temel varlık sebebi bir akademisyen olarak. Ancak üniversitelerin de bu konuda ciddi bir hamle yapması gerekli. Bazı üniversiteler ciddi şekilde ilerlerken bazılarının da gittikçe kan kaybettiği bilinmektedir. Bu da üniversiteler için gelecekte önemli bir tehdit oluşturmaktadır. Bu tehdit şüphesiz ki her bir çalışanı da yakından ilgilendirmektedir.
Diğer yenilikse, uzunca zamandır beklenen doçentlik başvuru kriterleri oldu. Kriterleri gözden geçirdiğimde ana hatları ile her adayın üstesinden gelebileceğini düşündüm. Yayın sayısında ve puanlamasındaki düzenleme bir bakıma yerinde olmuş, zira eskiden hiç puan getirmeyen ulusal yayınlara ve SCI ve SCIE dışındaki uluslararası yayınlara da puan verilmiş. Bu avantaj gibi görülüyor. Bunun dışında her aktivitenin bir karşılık bulması da çok iyi. Ama kaygı duyduğum bir alan var. Atıf olmadan başvurunun gerçekleşmemesi ciddi bir sorun olacak ve birçok aday için süre çok uzayacak ya da imkânsız hâle gelecek. Bir diğer olasılık da atıf mafyası oluşması. Bu büyük bir tehdit oluşturuyor. Atıftan puan almayı zorlamamak iyi olurdu, diye düşünüyorum. Yayınlarda puanın isim sayısı ile hesaplanması bir bakıma iyi bir durum, ancak burada da başka bir sakınca görüyorum. Bir çalışma yapılırken nasıl bir veya iki isimli olacak? Biz sosyal bilimlerde çalışmıyoruz ki öyle olsun. Etik kurul izni alırken bile bir anestezist olarak; çalışmanın yapılacağı cerrahi bölümden bir, laboratuvardan bir isim derken en iyimser koşullarda dört isim kaçınılmaz hâle geliyor. Aslında yayınlara kimin adı yazılır kimin adı yazılmaz, bu da ayrıca değerlendirilmesi gereken bir durum. Doğrusu bu o kadar da zor değil ama yine de etikle ilgili konuların da bir kez daha gözden geçirilmesi gerekli.
Sporcular iyi bilirler, acı yoksa gelişme yoktur. Eğer kaslar gelişiyorsa mutlaka yorgunluk ve acı vardır. Aynı durum burada da geçerli. Bu durumda en büyük fedakârlık kanımca kıdemli hocalara düşecek. Gençlerin daha çok desteklenmesi, yollarının açılması gerekliliği kaçınılmaz. Aklıma hemen bir soru takılıyor! Profesörlük atama kriterlerinde bir değişiklik olup olmayacağını merak ediyorum. Eğer bir değişiklik ayrıca ifade edilmeyecekse, değişiklik olduğunu kabul etmemiz gerekecek mi?
Kriterlerde dikkatimi çeken bir konu da, ders verme zorunluluğu getirilmiş olması. Kanımca en isabetli kararlardan biri budur. Üniversitede ders vermeyen kişinin neden doçent veya profesör olacağını anlamak gerçekten çok zor. Ancak burada da bir sorun var. Üniversitede olup, kadrosu uzman olan ve kadroya şu veya bu gerekçe ile atanamayan genç meslektaşlarımız ne yapacak? Bunun bir eksiklik olduğunu düşünüyorum. Bu maddenin gözden geçirilmesi gerekir mi?
Ulusal makale ve kitap bölümlerinin puanlanması çok isabetli olmuş. Çünkü ana dilde yayın yapamayan bir öğretim üyesinin bilimselliği de şüphelidir. Hiç kimse bir başka dili ana dilinden daha iyi bilemez. Kitap veya kitapta bölüm yazabilen bir öğretim üyesi gerçekten büyük iş yapmıştır.
Bu kriterlerin eleştirilecek yönleri elbette olabilir. Ancak kabul etmek gerek ki ilerleme için kriterlerin yükseltilmesi gerekliliği kaçınılmazdır. Burada bir yöneticiye gönderme yapmadan geçemeyeceğim. Bir resmi toplantıda beyefendi, benim kriter koyma önerime, “Yukarı çıkan merdiveni itiyor.” demişti. Acaba işin özünü değilse bile lafzını algılayabiliyor mu, merak ediyorum.
Genç arkadaşlarıma kolay gelsin. Belki de artık doçentlik değerlendirmeleri çok daha objektif ve doçentlik de çok daha değerli olur. Bizleri kim, ne zaman değerlendirecek diye bekliyorum. Bu, merdiven itmek değil çıtayı yükseltmek. Aksi takdirde benim zamanımda olduğu gibi 10 yayınla doçent olunurdu.
Gelecek dünden daha güzel olacak. Yeter ki buna inanalım.
Saygılarımla.