Jared Diamond’un Türkçeye “Tüfek, Mikrop ve Çelik” başlığı altında çevrilen bir kitabı var. Diamond söz konusu kitabında beşerin yaklaşık 13 000 yıllık bir süreyi içine alan ilerleyişini inceler. Yanıt aradığı temel soru şudur: Yeryüzünün farklı bölgelerinde yaşama mücadelesi veren insan toplulukları arasındaki eşitsizliğin gerçek sebebi nedir? Niçin bazı bölgelerde yaşayan insanlar gelişmişlik düzeyi bakımından diğer bazı yerlerdekilere göre daha geri kalmıştır? Diamond, eserinde beşerî tarihin gelişiminde etkin olan ana etmenleri belirlemeye çalışır.
Yazımızın konusu J. Diamond’un “Tüfek, Mikrop ve Çelik” başlıklı kitabında insanların niçin eşit olamadıklarının geniş bir açıklamasını yapmak değildir. Öyleyse yazmaya neden Diamond’un bir araştırmasından söz ederek başladık? Sebebi aslında çok açık, çünkü Diamond kitabının başlığından da anlaşıldığı üzere mikrobu insanları gerileten veya ilerleten temel sâikler arasında görmektedir.
- Diamond’da göre, mikroplar/virüsler insanlık tarihini şekillendirmede oldukça etkin oldular. Diamond, tespitinde haklı görünmektedir. Malumunuz, küçük dünyamızın bu aralar arsız bir mikropla başı dertte. Beşeriyet -belki de 13 bin yıllık ilerleme mücadelesinde ilk defa- küresel bir salgın (pandemi) ile karşı karşıyadır. Koronavirüs (coronavirüs) ailesinden olduğu söylenen bir mikrop (kovid-19/covid-19) inanılmaz bir süratle dünyayı dolaşmakta ve uğradığı her yerde hayatı tersyüz etmekte…
Korona (corona) Latince bir kavramdır. Yunancası, “koronis”; Fransızcası ise, “couronne”. Kelimenin Türkçe karşılığı “taç”. İfade edildiğine göre Kovid-19, taçlı yapısından dolayı bu ismi almış. Bundan dolayı Kovid-19’na “Koronavirüs” (coronavirüs) de denmekte. “Korona” isminin Hint-Avrupa dil ailesinde “halka, çember” (cor-ona) sözcüklerinden türediği sanılmaktadır. Korona kıvırmak, halka yapmak anlamına gelen [(s)ker] fiili ile de ilişkilendirilmiştir. Zaman içinde başlara “taç” olan “korona”, bugünlerin kâbusu olup bütün dünyayı sarmış görünmektedir. Koronavirüs ile tanış olan fasit bir çemberin, halkanın içine girip dışına çıkamaz hale gelmektedir. Beşeriyet bütün gelişmişlik iddialarına rağmen gözle görülmeyen minicik bir virüs karşısında şimdilik çaresizdir. Dünya görünmez bir düşmanla âdeta savaş halindedir.
Nedir bu yaşananlar? İnsanlık bir doğal afetle mi karşı karşıyadır? Güzel güzel yaşayıp giderken nereden çıktı şimdi bu virüs? İlahi bir ceza mıdır? bilerek üretilmiş bir biyolojik silah mıdır? Yoksa doğanın bir cilvesi veya hoyrat insandan aldığı bir intikamı mı? Yönelttiğimiz suallere çıplak gözle görülemeyen minicik bir virüsün sebebiyet verdiği dünya manzaralarına değişik noktainazarlardan bakarak çeşitlenen cevaplar verilebilir.
Esasen virüsün hangi sebep ile insana musallat olduğunun araştırılması ve anlaşılması önemlidir. Lakin ondan daha önemlisi yaşanan salgın ile dünya ölçeğinde olup bitenin, yaşananların ve muhtemel yaşanacakların doğru düzgün idrak edilip kavranabilmesidir. Aksi takdirde bırakın gelecek olanların önünü kesmeyi gelmiş olanla bile gereğince mücadele edilemeyecektir.
Yaşananları ister ilahî bir ceza, ister biyolojik bir terör saldırısı, istersek doğal bir afet olarak değerlendirelim, gerçek/hakikat değişmeyecektir. Gerçek şudur: Dünya hazırlıksız olduğu bir salgınla karşılaşmıştır. Bu nedenle alışıldık dünya düzeni birden bire ters yüz olmuştur. Daha da ürkütücü olanı bu durumun daha ne kadar süreceğinin belirsizliğidir.
Yaşananlardan gerek bireysel, gerek toplumsal gerek millet ve devlet olarak almamız gereken büyük dersler olduğu kanaatindeyim. Bu nedenle her birimiz gerek şahsî gerek içtimaî zeminde çıkarmamız gereken dersi çıkararak hâl ve hareketlerimize çekidüzen vermemiz elzemdir. Aksi takdirde yeni dünyan düzenine geçiş savaşlarında kaybeden sadece “biz” olmayacağız.
Savaşların kazananları ve kaybedenleri olur. Bazen de ne kazananı ne de kaybedeni. Muhtemelen genel anlamda insanlık Kovid-19 ile yaptığı savaştan galip çıkacaktır. Ama bu savaştan galip çıkılmış olunsa da dünya devletleri bakımından birçok husus, öncesinden daha farklı olacaktır. Artık küçük dünyamızda bir takım farklı değişiklikler ve düzenlemeler hız kazanacaktır. Yeni bir dünya düzenine merhaba diyeceğiz.
Koronavirüs tarzı saldırılara az ya da çok hazırlıklı olan devletler, Kovid-19 ile tutuşulan savaştan nispeten daha hafif yaralar alarak çıkacak ve güçlerine güç katma yarışlarına kaldıkları yerden devam edeceklerdir. Bizim gibi yeterli hazırlığı olmayan devletler ise, ölümcül yaralar alacak görünmektedir. Aldığımız bu yaralar, bizleri aşılması gittikçe daha da güçleşen yeni yeni sorunlar yumağıyla karşı karşıya bırakacağını öngörmek falcı kehaneti olmasa gerekir. Bu nedenle akıllar başlara toplanıp atılması gereken adımlar biran önce atılmazsa alınan yaralar hızla kangrenleşecektir.
Siyasî söz dalaşları gerçekleri değiştirmez. Kovid-19 salgınıyla olağan bir süreç yaşanmadığı, yaşamadığımız ve yaşamayacağımız artık yeterince belirginleşmiştir. Söz dalaşlarından vazgeçip birlik ve beraberlik içinde eyleme geçmek zorundayız.
*
Daha birkaç ay öncesine kadar malum salgınının Türkiye’ye uğramayacağı zannıyla başta Çin ve diğer bazı ülkelerde yaşanan salgın ile olup biteni haber kaynaklarından umursamadan seyrediyorduk. Milletçe seyrettik. Zaten biz yumurta kapıya gelene kadar genelde seyrederdik. Yine öyle yaptık. Kolay değildi elbet alışkanlıkları bir çırpıda değiştirmek…
Kovid-19 gibi salgınlarda devlet ve millet olarak mümkün olduğunca iyi korunup daha az zararla çıkabilmek için devlet yönetiminde etkili ve yetkili olanların bir millette görülen yaygın alışkanlıkların dışında kalabilmesi beklenir. Yoksa ne devlet ayakta kalır ne millet ne de etkili ve yetkili makamları işgal edenler…
Türkiye Kovid-19 salgını ile henüz ne olup bittiğini tam olarak kavrayabilmiş değildir. Bu nedenle gelmiş olanın yaşattıkları ve yaşatacakları kaçınılmaz hâle geldikçe, akıllar yavaş yavaş başa gelmeye başlayacaktır. Umarım aklımız başımıza gelmeye başladığında devlet ve millet olarak çok geç kalmış olmayız. Çünkü korona yine gündemde…
Şimdilik bir dizi karışık duygular içinde hayata tutunmaya çalışarak daha çok olup biteni seyirle meşgulüz. Evlerimize kapandık. Maskelerle dolaşıyoruz. Uzaylılar gibi giyinerek bütün güçleriyle mücadele veren görevlileri/savaşçıları şaşkınlıkla seyrediyoruz. Ve korkuyoruz…
Öyle görünüyor ki, devlet ve millet olarak Kovid-19 salgınına hazırlıksız yakalandık. Özel ya da tüzel hiçbir kamu, kurum ve kuruluş küresel bir salgını önceden hesap etmiş değil. Ne alınan tedbirler yeterlidir. Ne de yapılan açıklamalar tatmin edicidir. Bu nedenle Türkiye, Kovid-19 salgınından en ağır darbeyi alarak yol almak zorunda kalan ülkeler arasında görünmektedir. Tabii bir mucize olur. Hızla cevap veren bir ilaç bulunur. Sonuç beklenenden daha az hasarla atlatılabilir. Ama salgın üç beş ay daha devam edecek olursa, özellikle de yayılmada denetim elden kaçarsa, ülkede hangi alanlarda nelerin yapılıp yapılmadığı daha da belirginleşecektir. Sözde olanla gerçekte olan gün gibi ayrışacaktır.
İnsan öngörebilen bir varlıktır. Bu nedenle onu diğer birçok canlıdan ayıran en önemli özelliği hem geçmişten ders alabilmesi hem de yarınını planlayabilmesidir. O halde insanın günü birlik yaşayan bir varlık olması beklenemez. Zaten bazı canlılar gibi sadece âna/şimdiye odaklanarak yaşamak isterse, muhtemelen, yaşamını insanca idame ettiremeyecektir. Bu durumda insan olan, insan kalabilmek için, hem geçmişini doğru anlamak hem şimdisini düzenlemek hem de geleceğini kurgulamak zorundadır. Özellikle olabilecekleri doğru düzgün kavrayıp tedbir almak zorundadır. Aksi takdirde şimdinin içinde az bir müddet rahat eder. Sonrasında ise, öyle bir an gelir ki, helak olur gider. Esasen biraz düşünüldüğünde tedbir almayan insanın rahat ettiğini sandığı şimdisi de çekilmez bir çiledir. Lakin içine düştüğü çukurda olanı fark edemez olmuştur. Bu durum aslında sonun yaklaştığına işaret eder. Devletler de az ya da çok insanlara benzerler…
Devlet olarak Türkiye dünde olduğu gibi bugün de düzgün yönetilemeyen bir devlet görünümündedir. Belki de Türkiye’nin devlet refleksleriyle yönetildiği zaman dilimleri sayılıdır. Kabul etsek de etmesek de Türkiye Cumhuriyeti 2011 yılından beri fiilen çözülmektedir. Bu gidişatın sonu ise, çok acı olacak görünmektedir. İkinci Yeni Türkiye’nin yönetim tarzı acilen gözden geçirilmelidir. Daha sağlam ve denetlenebilir bir yapıya kavuşturulmalıdır.
Kovid-19 salgını göstermiştir ki, devlet iflasın eşiğindedir. Hazıra dağ dayanmamış. Elde avuçta ne varsa tüketilmiştir. Üzüntüyle görüyoruz ki, devlet, çalışamaz duruma düşen işçisine, işverenine tatmin edici bir destek sağlayamamıştır.
Kovid-19 salgını, ülkelerin uluslararası bir şirket gibi yönetilmesinin mümkün olmadığını göstermiştir. Salgınla sınırlar kapanmış, ihracat, ithalat durma seviyesine gelmiştir. Her ülke kendi derdine düşmüştür. Önce can sonra canan denilmiştir. Aradaki hukuk ve ticari ilişki ne olursa olsun, içe kapanışın önüne geçilememiştir. Bu durum bir ülkenin kendine yeter durumda olmasının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha göstermiştir. Eğer en azından kendinize yeter gıda üreten bir ülke değilseniz bu tür afetlerde aç kalmak içten bile değildir.
Bir devlette devleti yönetenler, millete/halka güven vermelidir. Yöneticiler, yönetilenlere güven veremediği zaman olağanüstü durumlarda insanları denetlemek imkânsızlaşır. İnsanlar paniklerler. Kovid-19 salgını, devlet yönetiminde asıl olanın güven olduğunu etkin ve yetkili olanlara fark ettirmelidir. Zira gerçeklerle yüzleşildiğinde gerçekleri gizlemek ya da görmemezlikten gelmek güvensizliği daha da artıracak devleti ve milleti çöküşe sürükleyecektir. Gayrinizami baskılar da işe yaramayacaktır.
Toplum organik bir bütündür. Siyasal yapı da bütünün bir parçasıdır. Bir toplumda siyasal yapı o toplumun şimdisi ve geleceğinde etkindir. Etkin olmak durumundadır. Bu nedenle bir devletin işleyişi özellikle yürütücü konumda olan siyasal yapıdan ayrışık değildir. Demek ki, bir toplumdaki düzenin de düzensizliğin de ilk sorumlusu siyasi yapıdır. Siyasi yapı içerisinde karar merciinde olanlar olup bitenden doğrudan doğruya sorumludurlar. Alınan kararları uygulayanlar ise karar vericilerden sonra gelirler. Uygulayıcı olanlar, aldıkları görev ile sorumluluğun bilincinde olmalıdırlar. Şayet kendilerinden uygulanması istenen işler, görev ve sorumlulukları dâhilinde doğru değilse, erdemli duruş sergileyerek düşüncelerini söyleyip geri çekilmelidirler. Görev ve sorumluluk bilinçleri sorumluk sahibi olan insanları bu şartlar altında devam edemeyeceklerini beyana sevk etmelidir.
Gerek yürütücü gerek karar verici merci de olanların basiret ve feraset sahibi olmaları zorunludur. Ayrıca ehliyet ve liyakat da esastır. Adil olunmalıdır. Aklı başında olanlarla meşveret yapılmalıdır. Asıl olanın maslahat olduğu bilinmelidir. Aksi takdirde devletteki çözülmenin önüne geçilemez.
Bir ülkenin bilim insanları her ne kadar özgür ve bağımsız hareket edebilme idealine sahip olsalar da gerçekte tarihsel-toplumsal-siyasal yapıdan bağımsız hareket edememektedirler. Bu durum özellikle zor günlerde yaşanılan olumsuzluklardan kurtulma yollarını tıkamaktadır. Hele hele bazı karar verici merciler ehliyetsiz ve liyakatsiz ellerde kalmışsa, işler iyice çıkmaza girebilmektedir.
Kovid-19 yeni dünya düzenine bir ön hazırlık salgınıdır. Sanıldığı gibi bu salgın mevcut kapitalist sisteme bir başkaldırı da değildir. Salgının zengin ve fakir ayırmaması, kapitalist sistemin akışını bir süreliğine aksatması bizi yanıltmamalıdır. Gerçekte Kovid-19 bütün dünyayı kuşatmıştır. Sadece kapitalist kesimi etkilememiş, kapitalizme direndiğini söyleyen ülkeler de ondan kaçamamıştır. Bu durumda bu salgının ardından gelecek olan yeni dünyaya hangi düzenden yana olursak olalım hazırlıklı olmamız gerekmektedir.
Fark edilmeli ki, Kovid-19 sonrası dünyasında kendine yetebilen ve yaşadığı çevreye sahip çıkanlar daha dirençli olacaklardır. Direnci yüksek olanların ayakta kalma şansı daha yüksektir. Bu ayakta kalma iradesine nicedir yazılıp çizilen ve uyarılarda bulunulan 2025 yapay zekâ devrimi ile karşılaşılması muhtemel değişikliklere hazırlıklı olmak da dâhildir. Küresel salgınlar yaygınlaştıkça özellikle kapitalist dünya salgından etkilenme ihtimali daha düşük olan zeki robotlara daha çok itibar edecektir.
Salgın sonrası beslenme alışkanlıkları ve ticari alışverişin ölçüleri değişecektir. Köylerin yok olması, tarımın çiftçiliğin desteklenmemesi, toprağın suyun, ormanların, meraların kirletilmesi ve yok edilmesi, sınırları kapatan yeni düzende köleliğe ve yok oluşa giden sürecin alt yapısını oluşturacaktır. Siyasi yapılar bu bağlamda yanlış adımlar atabilmektedir. Bu nedenle uyarıcı olan bilim insanlarını koruyan ve denetleyen sivil oluşumlara, uygulanan yasalara ihtiyaç vardır. Bu yapılar ve yasalar zümreleri siyasal erkin baskısından korurlar. Ancak bu yapıların ideolojik ve politik davranmamaları, sorumluluk bilincine sahip olmaları gerekmektedir. Ayrıca tarafsız ve ahlaklı olmalıdırlar. Bireysel ya da grupsal belirli bir çıkar için değil, ilim için ilim anlayışıyla hareket edilmelidir. Devletin, milletin birliğini, bütünlüğünü, menfaatini dikkate alarak özveri ile çalışmalı, üretmeli ve paylaşmalıdır.
*
Dünyamız birçok musibetle karşı karşıyadır. Kovid-19 salgını da onlardan sadece birisidir. Musibet, isabet eden demektir. İsabetin sebebi hikmeti, ilahî ceza mıdır? Bilmiyoruz. Ancak bildiğimiz bir şey var. O da cezanın karşılık anlamına geldiğidir. İlahî ya da değil, hedef olduk, isabet aldık, karşılık görüyoruz. Muhtemelen yapıp ettiklerimizin sonuçlarını yaşamaktayız. Yoksa doğa mı intikam alıyor? Doğa intikam alır mı? Bilimcilere sorarsak, Allah affedebilir ama doğa affetmez. Bu nedenle insan yaşadığı küçük dünyaya karşı hoyratlığa devam ettikçe birçok felaket kaçınılmaz hâle gelecektir. İnsanlar daha akıllıca davranabilirlerdi. Ama yapmadılar. Bu nedenle salgın, dünyayı hızla kuşattı.
Gerçekten salgının önüne geçilebilir miydi? Belki. Lâkin geçilemedi. Niçin? Şu ya da bu sebeple… Olan olduktan sonra, öyle değil böyle yapılsaydı ya da yapılmalıydı tartışmalarının bir faydası yoktur. Daha çok nefisleri kabartır ve çatışmaları körükler. Oysa sağlıklı tavır, isabet edeni en güzel şekilde etkisizleştirmek ve yeniden vurulmamak için tedbir almaktır. Bu noktada herkes el ele vermelidir. Küçük çıkar hesaplarıyla hareket edilmemelidir.
Aklımızı başımıza alıp düşünmek zorundayız. Koronavirüs türü bir salgın ne söylüyor? Kovid-19, tabiat olarak sanki insana benzemektedir. İnsan doğduğunda yaşayabilmek için nasıl birilerine muhtaçsa, Kovid-19 da bir canlıya (hayvana, insana) tutunmadan yaşayamamaktadır. Arsız görünmektedir. Seçim yapmaksızın her insana tutunabilmektedir. Yapıştığı her insanı tecride zorlamaktadır…
İnsanlar düşünmelidir.. Belki de Kovid-19, doğayı sadece kendinin sanan bencil insana ders vermektedir. Öyle ki, insanlar inlerine çekilince diğer canlılar görünmeye başladılar. İnsanlar yüzünden gelemedikleri yerlere tekrar dönmeye başladılar…
Öte yandan hava kirletilmekten biraz uzak kalınca, ufuktaki dağları görmeye başladı gözlerimiz… Ayrıca Kovid-19, çocuklara pek dokunmamakta. Belki de savaşlarda ölen binlerce masum çocuğun intikamını almak istemekte… Kim bilir?
2 yorum
Sayın Prof.Dr. Süleyman Dönmez
Ellerinize sağlık. Güzel makale olmuş.
” Yeni bir dünya düzenine merhaba diyeceğiz. ” Yeni dünya düzenine geçişte “kovid” değil” de, Kovide yakalanma korkusu” daha etkin oldu.
Basın-yayın, televizyon sosyal medya korkumuza zirve yaptırdı. Biz zaten, “Ölümlü bir varlık olan” insanlardık.
Hiç ölmeyecek insanlar olduğumuz sanısı son doz bize zerk edildi. Ölümden korktuk. Her işimizi terk edip evlerimize (inlerimize) kapandık.
Yetmedi bir de Ukrayna- Rusya savaşı çıkardılar. Tahıl üretimi zenginlikleri ile maruf bu ülkeler tahıllarını savaş nedeni ile ihraç edemez oldular.
Şimdi bizi bir de açlıkla terbiye edecekler.
” Zaten biz yumurta kapıya gelene kadar genelde seyrederdik. ” emişsiniz.
Seyretmediğimiz zamanlar oldu. Domuz gribi sırasında dönemin sağlık bakanı, tedbir amaçlı ilaç stoklamıştı. Bakan, hem başbakandan “zılgıt”ı yedi hem de domuz gribi, korona gibi çıkmayınca alınan ilaçlar elde kaldı. Son kullanma tarihi geçenler çöplerde tarih yazdılar.
Hastalığı yaşattılar, Kıtlık yaşanacak mı henüz bilmiyoruz. Sırada “Tufan” var galiba. Tufan” okyanuslara atılan manyetik atom bombaları ile yapılabilir. Kaldık mı 2 milyar? “Yeryüzü ilahları” böyle buyuruyorlar. Allah’ın da bir hesabı vardır. Nereye kadar müsaade edecek*
“Fakat zaman içerisinde insanların sayısı çok artar ve gürültüleri Tanrı Enlil’i rahatsız eder. Bu nedenle Enlilonları yok etmeye karar verir. Birinci girişimi bir veba salgını, ikincisi kıtlık, üçüncüsü ise bir tufandır.
https://www.salom.com.tr/haber/114955/dunya-nufusu-azaltilacak-mi
“Bugün dünyada 6,8 milyar insan var. Bu yaklaşık dokuz milyara doğru tırmanıyor. Şimdi, yeni aşılar, sağlık hizmetleri, üreme sağlığı hizmetleri üzerinde gerçekten harika bir iş çıkarırsak, bunu belki de yüzde 10 veya 15 oranında azaltabiliriz.” Bu sözlerin sahibi ise TED2010 adlı etkinlikte ‘Sıfıra doğru yenilik yapmak’ adlı konuşmayı yapan, dünyaca ünlü, milyarder iş adamı, Bill Gates!” Ölümün kapılarını açıyor bize GATES efendi.
GDO’lu gıdalar ve kovid’le denediler olmadı. “Tufan”lara hazırlıklı olalım. Siz bilirsiniz, Tevrat’ta ne yazıyor tufan ile ilgili okuyup anlatsanız da anlasak…
Güzel makale olmuş ellerinize sağlık. Teşekkür ederim.
Evet. Sayın yorumcum Evren Büyük. Evren büyük mü küçük mü? Belki büyük belki küçük. Lakin Sizin yorumlarınız büyük. Tarih tekerrürden ibaret belki de. Dün ne ise bugün de aynı duygulara dayalı icraatlar sahnede belki de… Son kertesi tufandır belki de… Kim bilir? İnsan ve Tanrı, İnsan ve doğa kapışmışlar hep. Seyredip göreceğiz, tekrar eden yeni görünen eski filmi…
Sevgiyle…