Yeni eğitim-öğretim dönemi, fakültelerimizin bazılarında başladı bazılarında başlamak üzere. Bu yıl da birçok sorunun fakültelerdeki eğitim-öğretimi tehdit ettiği ve edeceği aşikârdır. Bu sorunların bazıları yeni döneme ait sorunlar, bir kısmı da öteden beri gelen ve bir türlü çözüm sağlanamayan sorunlar. Bazı sorunlarımız bölgesel farklılıklardan kaynaklanmakta, bazıları ise ortak sorunlardır. Yeniden hatırlanması açısından temel birkaç sorunumuzu inceleyelim.
Coğrafi yerleşimin tıp eğitimine olan en önemli olumsuz etkisi, öğretim üyelerinin zaman içinde batıya, büyük kentlere yönlenmelerinden kaynaklanmaktadır. Öğretim üyesi hareketlenmeleri hemen daima doğudan batıya olmakta ve bu yönlenmelerin en önemli sebepleri; ailesel (çocuklarının eğitimleri vb.) ve ekonomik (daha iyi olanaklara sahip iş bulabilme vb.)’tir. Tıp fakülteleri genellikle yardımcı doçent/öğretim görevlisi seviyesinde kadro sağladığı elemanlar doçent ya da profesör kadrosu aldıklarında bu yönlenme ile ilgili fakültelerde ciddi eleman sıkıntısına yol açmakta, bu batıdaki fakülteler için ise bir avantaja dönüşmektedir. Özellikle özel üniversiteler ve özel hastanelere bu yönlenmeyi engelleyecek ya da zorlaştıracak bir yasal engelleme olmaması ciddi sorundur. Bu sorunu minimuma indirgemek için mutlaka bazı tedbirlerin alınması gerekir. Bunlar; ekonomik gerekçeleri minimuma indirgeyecek bazı yöresel teşviklerin sağlanması, akademik kadroların devlet memurlarının tabi olduğu sistemden çıkarılarak üniversitelere özel statüde ve o üniversite ve kişi arasında belirlenmiş şartlarda akademik eleman temini yolunun açılması, dolayısıyla akademisyenin o üniversiteye karşı ilk girişte anlaşmayla belirlenen bir yükümlülük üstlenmesi gibi tedbirler sayılabilir. Bu anlamda batı üniversitelerinden alınacak birçok örnek mevcuttur. Yine burada kısaca değinmemiz gereken bir konu; ülkemizde akademik unvanların nerede ve nasıl verileceği ve nerelerde nasıl kullanılacağı konusunun ve geçerliliğinin gelişmiş ülkelerdeki üniversite uygulamalarında olan şekliyle bağdaşmayan yanlarının düzeltilmesi konusudur. Bu konu tartışılmakta olan yeni anayasa hazırlığında mutlaka gündeme alınmalı ve gerekli entegrasyon sağlanmalıdır.
Tıp fakültelerinin üstlendikleri eğitim-öğretim faaliyetini yürütebilmeleri için olmazsa olmaz ek uygulama alanı hastanelerdir. Genellikle en önemli sorunların ortaya çıktığı ve tartışmaların yoğunlaştığı alan da burasıdır. Üniversite hastanelerinin hizmet hastaneleri olarak görülmesi ve bu şekilde faaliyette bulunması çoğunlukla üniversiteler tarafından desteklenen eğitimi aksatan yanlış bir anlayıştır. Üniversite hastaneleri ihtiyaç belirlemede eğitim-öğretim hedefli faaliyet içinde olmalı. Fakat bu maalesef mümkün olmamaktadır. Mevcut döner sermaye ve performans baskısı hastaneleri hizmet hastanesi olmaya zorlamaktadır. Bu yaklaşım vatandaşa hizmet anlamında olumlu kabul edilebilir bir yaklaşımdır, fakat vatandaşa hizmet edecek hekimlerin yetiştirilmesi yönünde sebep olduğu olumsuzluklar düşünüldüğünde yeniden ele alınması gereken bir konudur. Son dönemlerde, tıp fakültelerinin eğitim-öğretim sorumluluğunu temel tıp eğitimiyle sınırlandırma konusu tartışılmaktadır. Açıkça ifade etmek gerekirse bu iyi niyetli, fakat modern tıp eğitiminde klinik bilimlerin başlangıcını birinci sınıfa, temel tıp eğitimini üst sınıflara uzatan entegre tıp eğitimi anlayışıyla çatışan bir anlayıştır. Hastanelerin entegrasyonu konusu ise her ne kadar sunulan hali ile uygulanmasının yeni ve ciddi sorunları beraberinde getireceği açık olsa da, daha kapsamlı tartışıldıktan sonra oluşturulacak yeni protokollerle kabul edilebilir bir entegrasyon sağlanması, tıp fakültesi ve hastanelerinde atıl kalan akademik/eğitim altyapının kullanılması faydasını sağlayabilir. Öğrenci de bu entegre sistem içinde kontrollü eğitimini sürdürebilir.