Tıp fakültelerinde bir eğitim-öğretim dönemini daha sona eriyor. Fakülteler, binlerle ifade edeceğimiz öğrencisini hekim olarak toplumun hizmetine sunuyor. Elbette bu hekimlerimiz altı yıllık uzun bir mezuniyet öncesi tıp eğitiminin son ürünleridir. Aldıkları tıp eğitiminin yeterlilik düzeyi; üniversite/fakültelerinin ve o fakültelerdeki idareci ve akademisyenlerin sorumluluk ve akademik düzeylerinin bir göstergesi olmakla birlikte çok daha önemlisi Türkiye Cumhuriyeti devletimizin tıp eğitimine bakışı, yaklaşımı ve sağladığı olanakların da son ürüne yansıması olacaktır. Bu anlamda akademisyenler olarak verdiklerimiz ve vermekle sorumlu olduklarımız konusunda kendi özeleştirimizi yapmalı ve gelecek yıllara hatalarımızı taşımamalıyız.
Tıp eğitiminde karar verici resmi kurumlar olan Hükümet, YÖK ve diğer ilişkili kurumlar, sağlık alanındaki tüm paydaşlar ile birlikte yapılanlar ve yapılacaklar konusu detaylı olarak tartışılıp “Daha iyi hekim nasıl yetiştiririz” düşüncesiyle gerekli adımlar atılmalıdır. Resmi ve sivil kurumların “Hekim sayısı az, bu sayıyı artırmalıyız”, “Hekim sayısı fazla, bu sayı yeter” gibi sorunun özünü tam olarak yansıtmayan, paydaşların ortak aklını yansıtmayan bireysel bakışları, tıp eğitim sistemindeki sorunları çözmekten çok uzak yaklaşımlar oluyor.
Sağlık sisteminde atılacak adımlarda paydaşlardan bir/birilerinin ötelenmesi kadar, paydaşların birinin kendi düşünsel beklentilerinin karşılanması arzusundan hareketle kendini, temsil ettiği hekimlerden güç aldığı varsayımıyla, “öncül belirleyici” olma çabası da kabul edilemez yaklaşımlardır.
Tıp fakülteleri ile ilgili yapılacak düzenlemeleri, genel sağlık politikası ile ilişkilendirmeden yapamayız. Maalesef genel sağlık politikasında son yıllarda yapılan köklü değişimlerin tıp fakültelerince verilmekte olan sağlık hizmetleri ile ilişkilendirilmesinde, sebepleri tartışılabilir fakat eksiklikler olmuştur ve bu sebeple sağlık sisteminde bu yön aksak kalmıştır. Bir karar verirken doğal meylin nereye olduğunu hesaba katmazsak ortaya çıkacak sorunlar daha büyük olur. Biliyoruz ki sağlık sisteminde hastalar için genelde doğal cazibe odakları tıp fakülteleri hastaneleri olmuştur. Bu eğilimi kırma çabaları hem imkânsız hem de tehlikelidir. Çünkü bu çabalar, kısa sürede olmazsa bile uzun vadede bütün sağlık sistemini sorunlu hâle getirir. Akademisyenler-uzmanlık öğrencileri-öğrenci ile tıp fakültesi hastaneleri simbiyotik ilişki içindedirler ve bu ilişkinin sağlıklı yürümesi mutlak gereklidir. Bu ilişkide yapılan bazı hatalar sonucu olarak tıp fakültesi hastanelerinin, aşırı hasta yüklenmesi ve varlığını devam ettirebilmek için kabul etme zorunluluğundan dolayı 3. basamak hizmeti veren kurum olma vasfı zedelenmiştir. Bu yüklenme altındaki tıp fakültelerinde eğitim-öğretim, akademik faaliyetler, sağlıklı hasta hizmeti aksar ve aksamakta olduğunu üzüntüyle gözlemlemekteyiz.
Yıllarla ifade edilecek bir süredir “tam gün yasası” adı altında tartışmalar yapılagelmektedir. Kimine göre “hayal”, kimine göre “öyle ya da böyle olacak bir uygulama” olarak değerlendirilen konuda da paydaş yaklaşımının olmamasının sonuçlarını görmekteyiz.
Yazılarla, yazışmalarla, suçlamalarla yürüte geldiğimiz, sağlık sisteminde bu kadar köklü değişim yapacak uygulamayı bile ortak aklın ürünü hâline dönüştüremediğiz açık bir örnektir.
Yeni bir eğitim-öğretim yılı planlaması yaparken hangi akademisyenlerle çalışacağını bile bilemeyen fakültelerin bu belirsizlik ortamından bir an önce kurtulması, topluma iyi yetişmiş hekim sunmaları için ne kadar önemli olduğu tartışılamaz bir gerçektir. Elbette tüm paydaşlar olarak bunu arzuluyorsak.