Medimagazin, özellikle son birkaç yıldan beri, haklı olarak, meslektaşlarımızın ağlama duvarı haline geldi. Sayfalarında değişik formatta, ama çoğunlukla okuyucu mektupları tarzında haberler neşredilmektedir. Meslektaşlarımızın feryad-u şganlarına, bir kısmını kendimiz de yaşamış olsak bile, Medimagazin aracılığı ile esefle tekrar vakıf olmaktayız.
Daha önce bu konudaki görüşlerimi okuyucularımla paylaşmıştım. Ancak meslektaşlarımızın hiç bir sıkıntısı, hiçbir derdi yokmuş gibi, bir de hak etmediği halde şu ya da bu yolla Yeşil Kart temin ederek bu haksız ediniminin verdiği dayanılmaz haşfliği ve pervasızlığı ile hekimlerin karşısına gelip meslektaşlarımızı köle gibi yönlendirme, gayri meşru tekliflerine itiraz edildiğinde onları tehdit, tahkir, tezyif ve hatta hayatına kasteder duruma getirebildiği duyumları, beni tekrar bu konu üzerine eğilmeye sevk etti.
Sosyal devlet olmanın şartları içerisinde zikredilmesi gerektiğine inandığım Yeşil Kart ya da adı ne olursa olsun, hiçbir geliri olmayan vatandaşların iaşe ve ibadelerinde güçlük çekenlerin sağlık giderlerinin karşılanması en tabii haktır. Ancak devletin bu yaklaşımı karşısında vatandaşlarının da aynı hassasiyeti göstermesi gerekir.
Her ay yaklaşık 300 TL’yi ciğerlerine çekip, sonra havaya üfüren, her gün akşama kadar kullandığı en kaliteli cep telefonunu kulağından indirmeyen, en az 40.bin-50.bin TL zekât verdiğini böbürlene böbürlene söyleyen ve bundan dolayı da zekât kabul etmeyi de bir zül(!) addeden, birkaç kez hac ve umre ziyareti yaptığını tevazu(!) ile ifade eden, altındaki en lüks marka otomobil ya da jipi "Mal ve mülk Allah’ındır, biz sadece bekçiliğini yapmaktayız."(!) erdemi ile kendi adına çıkartılmış, kendi deyimlerince "sağlık karneleri" ile kendileri yetmezmiş gibi, başkalarını da tedavi ettirme cüreti ile karşı çıkan hekimlere savuracakları tekmelerini omuzlarına alıp, yumruklarını sıkıp, ilgili mercilere gönderecekleri şikâyet dilekçelerini ceplerine koyarak, şikâyet hattının numarasını da telefonunun hızlı aramalar hanesine kaydedip, doktorların karşısına dikilenler, hiç de azımsanacak sayıda değildir. Hastanelerde daha önce Yeşil Kartı olmadığı için parasıyla, birinci sınıf hususi statüsünde yatıp tedavi olduktan haftalar ya da aylar sonra, bir yolunu bulup Yeşil Kart çıkartarak tekrar hastaneye müracaatla, ödediği parayı geri almanın yollarını arayan, hekimleri de bu emellerine alet etmek isteyen birçok insanla karşılaşmaktayız. Gerçekten Yeşil Kartı hak ettiği halde, gururuna yediremeyerek veya çeşitli nedenlerle bu karta sahip olamayanların ne kadar çok olduğu da unutulmamalıdır. Ancak, Yeşil Kart sahibi olanların içerisinde gerçekten bunu hak edenlerin de çok az sayıda olduğunun bilincindeyim.
Otuz yılı aşkın meslek hayatımda birçok olayla karşılaştım. Bunların içerisinde Medimagazin’de okuduğumuz doktor şikâyetlerine konu olan hususlar, en çok rahatsız eden faktörler arasındadır. Bir öğretim üyesi olarak, yaklaşık bir yıl hariç, hep üniversitede görev yaptım. Üniversitede görev yapmanın ayrıcalığının da farkındayım. Yaralı hafızamı, incinen hatıramı ve ihanete uğrayan bilgimi dikkate aldığımda, yaşadıklarımın yanında, doktorları düşman göstermek için yapılan gayretler(!) yetmezmiş gibi, üniversite hastaneleri dışında, metropoller dâhil, devlet hastanelerinde, sağlık ocaklarında, gerek pratisyen ve gerekse uzman meslektaşlarımın neler çektiklerini, nelere maruz kaldıklarını tahayyül etmek bile vicdanımı rahatsız ediyor, hatta midemi bulandırıyor.
Kanaatimce, hacca gidebilecek, zekât verebilecek durumda olanlara, sigara içenlere, alkol kullananlara bu kart verilmemelidir. Ya da bunlardan, belli oranlarda katkı payı alınması hususunda gerekli düzenlemelerin yapılması gerekir. Yetkililerin Yeşil Kart hususunda ileri derecede hassasiyet göstermeleri, bu hakkı sadece ve sadece iaşe ve ibadesini sağlayamayacak durumda olanlara vermeleri, bazılarının gözünde hekimlerin, "ispiyoncu, gammaz, muhbir, vicdansız, Allah’tan korkmaz, üzerine vazife olmayan işlerle meşgul ve durumdan kendine vazife çıkaran kişi", pozisyonuna düşmelerine engel olunmalıdır.
Ahır Kelâm, Fatih Sultan Mehmed Han’a ait bir beyit olsun.
"Sârbân-ı vakt isen hazm eyle, zîrâ vakt olur
Bir topal merkep belâsıyla, katâr elden gider."