YÖK Kanunu 4 Kasım 1981 tarihinde kabul edilmiş ve 2547 sayılı Yasa olarak nam salmıştır. Bu baskıcı Kanun hakkında, ortam uygun olmaya başladıktan sonra yüzlerce, hatta binlerce yazı yazılmış ve yorum yapılmıştır. Bunların hemen hepsi de bu yasanın baskıcı karakterini ortaya koymuştur. O günden bugüne kadar, her iktidar adayı parti bu yasayı değiştireceğini vaat etmişse de, seçimi kazananlar bu Yasa’nın mevcut omurgasının sağlam kalmasına özen göstermişlerdir.
Yeni YÖK Yasa Taslağı Kasım 2012’de kamuoyu ile paylaşılmıştır. Ne kadar paylaşılabildiği tartışılabilir, ancak bu Taslak’ta öne çıkan üç unsur dikkati çekmektedir. Birincisi demokratik olmayan atamaların yapılacak olması, ikincisi özerkliğin bulunmayacağı, üçüncüsü ise üniversiteleri piyasalaştırmanın önünün açılacağıdır.
Bu Yasa Taslağı’na göre YÖK’ün ismi Türkiye Yükseköğretim Kurumu (TYÖK) olarak değiştirilecektir. Bu kurumun oluşumunda, şu anda var olan temel felsefede pek bir değişiklik fark edilmemektedir. TYÖK yönetimi, eskiden olduğu gibi yine siyasi erk tarafından oluşturulacaktır. Belirli şartları sağlayıp üniversite konseyi oluşumunu sağlayan üniversitelerde ise yönetim TYÖK’de olduğu gibi yine siyasi erk tarafından belirlenecektir. Yani, üniversitelerde YÖK içinde YÖK oluşturulacak ve yüksek öğretim ile ilgili tüm birimler siyasi otoritenin yönetiminde bulunacaktır.
Bilim üretmenin en önemli şartı özgür olmaktır. Bilim üretebilmek için akademisyenlerin araştırma, bilgi edinme, tartışma ve sonuçta yazma işlevlerini siyasi baskılardan arındırılmış bir şekilde özgürce yapabilmeleri gerekir. Üniversitelerde siyasi erk tarafından oluşturulacak konseylerin bütün atamalarda ve denetlemelerde bulunacak olması üniversiteyi tamamen siyasallaştıracak ve özgürlüğü büyük oranda ortadan kaldıracaktır. Böyle bir ortamda bilim üretmek “ısmarlanan bilimi üretmek” şekline dönüşecektir. Yasa Taslağı’nda devlet güvencesi altında olacağı belirtilen ve ne demek olduğu anlaşılmayan bir bilimsel özerklikten söz edilmekte, ancak bu bilimsel özerkliğin evrensel normlarla ve tavsiye metinleriyle bir bağlantısı kurulmamaktadır. Taslak; bilim, eğitim ve araştırma özgürlüklerini güvence altına alan mekanizmaları açık bir şekilde oluşturmamaktadır.
Piyasalaştırma, bugün dünyada yaşanan en önemli sorundur. Piyasalaştırma kâra dayanır ve “Kâr yoksa ‘yarar’ yoktur.” mantığını getirir. Bu şekilde düşünce sistemi ile dünya üzerinde yararlı olanın yok olma süreci çoktan başlamıştır. Ve bu gelişme öylesine hızlı bir şekilde yaşanmaktadır ki – insanoğlunun en büyük çelişkisi olarak-, dünya gezegeni kirlenmekte ve ısınarak sonunu beklemektedir. Üniversitelerin durumu da, bu yasa ile aynı şekilde kâra dayanan bir yapıya dönüştürülmek istenmektedir. Bu oluşturulacak yapıda esasen toplumsal yarar değil, kâr düşünülecektir. Böylelikle, analitik düşündüğümüzde, dünyanın yok oluş sürecine bu Yasa Taslağı’nın yardımı ile ülkemizin de katkıda bulunacağını söylemek abartı olmayacaktır.
Kapitalist düzenin bu gidişine engel olmak bugünkü ortamda olanaklı değildir. İnsanlar artık yararlı/değerli iş yerine sadece kapital hesabındadır. Kâinatın dengesi bu durumu kabullenmeyecek, mutlaka yeni bir sistemin başlangıcı sağlanacaktır.
Bu engin ve sonsuz deniz içinde ise bizlere sadece birkaç satır yazma görevi düşmektedir…