Yeşil Kartın "Yoksul ve dar gelirli vatandaşlara sağlık hizmeti sunmak" amacıyla uygulanmaya konduğu 1992 yılından beri bu amacın ne kadar gerçekleştiği, kimler tarafından nasıl ve ne kadar istismar edildiği hep tartışıldı. Bir yanda gerçekten yoksul olup, bu karta ihtiyacı olduğu halde Yeşil Kart alamayan, ya da alabilmek için aylarca resmi dairelerin kapısını aşındıran çok sayıda insanımız varken, ihtiyacı olmadığı halde Yeşil Kartla tedavi olan varlıklı kişiler, başta sağlık çalışanları olmak üzere, kamuoyunu rahatsız etti. Hastaneye Mercedes marka otomobil ve çevresinde korumalarıyla gelip, özel oda talep eden Yeşil Kartlı bazı zenginlerimiz "Mercedes’li Yeşil Kartlılar" olarak basın tarafından afişe edildi.
Son olarak 04 Mayıs 2010 tarihli gazetelerde "Mercedes’li Yeşil Kartlıların devlete ödettiği yıllık faturanın arttığı" haberleştiriliyordu. Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğünün denetim faaliyetlerine ilişkin verilerine dayandırılarak verilen haberde "Geçen yıl Yeşil Kart ve tedavi harcamaları başta olmak üzere yapılan usulsüzlükler sebebiyle kamunun uğradığı zararın yüzde 40’ın üzerinde arttığı, hak etmediği halde Yeşil Kart ile tedavi hizmeti alanların kamuya zararının 365,7 milyon liradan 514,7 milyon liraya çıktığı" ifadeleri yer alıyordu. Bu haberde de olduğu gibi, bundan öncekilerde de olaya genellikle hep istismar edenler yönünden bakıldı. Bu istismara göz yuman, destek olan, hatta teşvik eden kamu görevlilerinin bu istismardaki payları ve sorumlulukları pek tartışmaya açılmadı, sorgulanmadı.
Bilindiği gibi, Yeşil Kart alabilmek için gelir düzeyinin asgari ücretin üçte birinden az olması gerekiyor. Bu durumun belgelenmesi için de tapu dairesinden vergi dairesine kadar çok sayıda kurumdan belge isteniyor. Peki, altında Mercedes’i-kamyonu olan, 10-20 bin dekar tarlası olan, oto galerisi işleten, apartmanlarından gelen aylık kira geliri bile 5-10 orta halli memur maaşından fazla olan kişiler Yeşil Kart başvurusu için istenen belgeleri nasıl sağlayabiliyorlar. Bugün için Türkiye’de 13 milyon civarında Yeşil Kartlı var. Suistimal edenlerin oranının yüzde 10 olduğunu düşünseniz bile (bu değerin çok üstünde olduğu kanaatindeyim) haksız yere Yeşil Kart alanların sayısı milyonlarla ifade edilecek düzeyde. Bu kadar büyük çapta bir usulsüzlük üst düzey idarecilerin bilgisi ve izni olmadan, tapu dairesindeki, bankadaki ya da Yeşil Kart bürolarındaki birkaç memurun suistimali ile yetkisini kötüye kullanmasıyla izah edilebilir mi? Bunun cevabı tabii ki "Hayır" olacaktır.
Yıllarca ülkenin farklı bölgelerinde çalışan biri olarak, hastane çalışanlarına her türlü hakareti etme hakkını kendinde gören bazı kişilerin kolayca (gerekli evrakların tamamlanması ve ilgili kurulların toplanması için ihtiyaç duyulan süreden daha kısa bir zamanda) Yeşil Kart alabilmelerindeki asıl sırrın, bazı kamu görevlilerinin görevlerini suistimali değil, idarecilerimiz tarafından bilinçli bir şekilde (kişisel istismar amacı taşımadan) uygulanan bir politika olduğu kanaatindeyim. Bu kanaatim 2008 yılı ekim ayında dönemin Adana Valisi’nin bir çıkışıyla biraz daha pekişti. Sayın Vali, o dönemde yasa dışı örgütlerin düzenlediği sokak gösterilerine katılan, polise taş ve molotof kokteyli atan ve çoğu Yeşil Kartlı ailelerin mensupları olan bazı çocukları kastederek "kanunsuz gösterilere ve polise taş atmaya devam etmeleri durumunda Yeşil Kartlarının iptal edilebileceği" anlamında sözler söylemişti. Bu açıklamadan birkaç gün sonra ilimizdeki bir vali yardımcısına bunun uygulanıp uygulanamayacağını ve uygulanabilirse nasıl bir etkisinin olacağını sordum. Vali yardımcımız böyle bir uygulamanın mümkün olmayacağını söylemiş ve ardından "Bu ailelere Yeşil Kartı biz kendimiz götürüp veriyoruz" demişti. Zaten birkaç gün sonra Adana Valisi de geri adım atmak zorunda kalmıştı.
Tedavi ettiğimiz çeşitli kesimlerden Yeşil Kartlı hastalar ve tanık olduğum bu ve benzeri olaylardan çıkardığım sonuç, aslında devlet ve onu temsil eden idarecileri devlete karşı kışkırtılan, devletle arası açılmaya çalışılan vatandaşlarına değişik yollardan el uzatmaya, onun karşısında değil, yanında olduğunu hissettirmeye çalışıyor ve bunun için de elindeki değişik imkânları kullanıyor. Yeşil Kart da bunlardan biri. Aynen bazı illerimizde yüzde 60-65’lere varan kaçak (aslında ücretsiz) elektrik kullanılmasına müsaade edilmesi gibi. Böyle olunca, bazı illerimizde Yeşil Kart almak için başvuran vatandaşlara fazla sorgulamadan, yoksul olup olmadığı yeterince araştırılmadan Yeşil Kart veriliyor. Fakat, sizin sırf devleti ve kurumları yanlarında hissetsinler diye, çok araştırmadan, kendi ellerinizle Yeşil Kart verdiğiniz bazı kimseler Mercedes sahibi, ev-arazi sahibi, ya da kayıtsız bir iş yeri sahibi olabiliyor.
Yoksul olmadığı halde Yeşil Kart ile tedavi olan, hastanede yatarken zengin olduğunu hastane çalışanlarına her fırsatta hissettiren, "Zengin iseniz neden Yeşil Kartla tedavi oluyorsunuz?" sorularına karşı "Devletten’de zengin değiliz" gibi hazır cevabı olan bu insanlar sadece sağlık için ayrılan bütçenin haksız kullanılmasına yol açmıyor, kendilerine sağlık hizmeti sunan hekim, hemşire ve diğer sağlık personelinin vicdanlarını da sızlatıyor. Daha kötüsü ise bu uygulamalar bazı yasa dışı örgütler tarafından istismar ediliyor ve vatandaşa "kendi mücadeleleri sayesinde bu haklara kavuştukları, örgütün eylemlerinin sürmesi ve vatandaş tarafından desteklenmesi durumunda Yeşil Kart ve bedava elektrik kullanma gibi kazanımlarının devam edeceği" mesajı veriliyor; ya da bazı vatandaşlar tarafından öyle algılanıyor. Bu da amacın tam tersi bir sonuç doğurma riskini yanında taşıyor.
Şimdi başlıktaki soruya dönecek olursak, bize göre bu sorunun cevabı "Hayır" olmalıdır. Sağlık harcamaları için ayrılan ve zaten yetersiz olan bütçenin önemli bir kısmının böyle haksız yere kullanılması, o bütçeye ihtiyacı olan diğer kesimlerin (hastalar, sağlık kurumları vs.) aleyhine bir durum ortaya çıkarmaktadır. Eğer Yeşil Kart bu şekilde kullanılmaya devam edilecekse, bu amaçla ayrı bir bütçe oluşturulmalıdır. En önemlisi de, sunulan bu hizmetin "Devletin kendi vatandaşına uzattığı bir şefkat eli" olarak hissedilmesi sağlanmalıdır, yasa dışı örgütlerin mücadelesi sonucunda kazanılmış ve ancak bu mücadelenin sürmesi durumunda elde tutulabilecek olan bir kazanım olarak değil.