Geçen hafta kendi kurumumda olup bitenleri tarafsız kalmaya çalışarak yazdım. Ama yazı benim elimin ürünü ve elbette öznel. Eylemin başlangıcından beri çeşitli yazışmalar, yorumlar yapıldı basında ve elbette Medimagazin’de. Ben bir anesteziyoloji ve reanimasyon uzmanıyım. Öyle çok övünürüm ki yaptığım işle. Ama ben aynı zamanda psikolojik danışma ve rehberlik uzmanıyım da. Bu nedenle yazılanlardan ve yaşadığımız süreçten yola çıkarak ikinci uzmanlık alanıma başvuracağım.
Erich Fromm varoluşçu psikolojinin çok iyi temsilcilerinden biridir ve yetkeci insan tipini çok güzel tanımlar. Aslında bizim de bir atasözümüz vardır “Dur ayağıma yer edeyim, gör sana ne edeyim.” İşte bizim her gün etrafımızda gördüğümüz durumdur bu. Ezik büzük bir adam vardır; eline vur ekmeğini al. Asla otoriteye sesini çıkarmaz, ama asla. Onun bakış açısına göre otoriteye karşı gelinmez, gelinirse zarar görülür. Hatta bu insanlar baskın karakter karşısında da eğilir. Hep bekler bekler! Ne mi bekler? Gayet basit; bir koltuk, bir makam, bir hami bekler. Koltuğa oturunca veya hami bulunca da başlar ezmeye, hırpalamaya. En bilinen örneği Adolf Hitler’dir.
Canım acıyor canım! Eğitimden sadece mektebe gitmeyi anlayanlar ne trajiktir ki, kendilerini eğitimli ve entelektüel de saymaktadırlar. Moda sözcükler ve tavırlar bu fukaralarca çok benimsenmektedir. Fromm, insanın doğasını anlatırken güzel tanımlar yapar. İnsanın en büyük gereksinmelerinden biri de otantik olmaktır. Bu o bazılarının düşündüğü şark odası döşer gibi bir şey değil! İnsanın kendisi gibi olmasıdır. Hz. Mevlâna’dan alıntı yapayım “Ya göründüğün gibi ol ya da olduğun gibi görün!” Yani demek istiyorlar ki ‘Neysen o ol!’ İnsan olduğu gibi görünmezse rol yapmaya başlar. Bu bazen zavallı rolü bazen de Che Guavera rolü oynamak olabilir. Yaşamda her şeyin bir bedeli vardır. Bedelini ödeyen her şeyi yapabilir. Ben hayatta özgürlüğümden daha fazla sevmedim hiçbir şeyi. Öderim bedelini özgürlüğün, eğer sorumluluk ve yalnızlık ise de… Ya da vazgeçersin kendin gibi olmaktan ve kaybolursun kalabalıkta. İşte buna da “konformizm” der Fromm. Yazımın her satırı ve hatta her harfi birilerine göndermedir. Kim üstüne alırsa. Bu konformistler öyle korkaktırlar ki, sormayın gitsin. Hepsi benzer tavrı sergiler neredeyse, benzer giyinir, benzer konuşur. Sanki aynı prototipten mamuldürler.
Hekimlik bir zanaattir. Öyle bazılarının sandığı gibi robotik bir meslek hiç değildir. İçinde insan sevgisi vardır, varoluşa saygı vardır, özen vardır, bilgi vardır, ustalık vardır, fedakârlık vardır. Böyle bir iştir hekimlik. İnsan onurunun ezilmesine her ne kadar karşıysam, bu zanaati kalıplara sokmaya kalkışanlara da karşıyım. Emeğime saygı göstermeyenlere ne kadar karşı isem, mesleğimi sabah 08.00 akşam 17.00 sınırına sıkıştıranlara da karşıyım. Tek başına iken eğilip bükülen, ama biraraya gelince yiğit kesilenlere de karşıyım. Yoksulların umutlarını sömürenlere de, en az insana saygı duymayan, kendisini kâinatın merkezi sayanlara olduğu kadar karşıyım. Nasıl ki insanlık onurum başkasını kullanmaya karşı ise, beni kullanmaya kalkanlara da karşıyım. Eğer sizler bu toplumun çoğunluğunu oluşturuyorsanız, bu topluma da karşıyım.
Ama sizler çoğunluk değilsiniz küçük akıllarınızla. Sizler akıllı bile değilsiniz kısayol tuşlarına basmanızla, sizler yiğit değilsiniz koruyucu zırhlarınız içinde. Sizler, bizlerin kurtulmak istediği gürültücü, kaba saba azınlıksınız. Mesleğine saygısı olan bizler, ne bu işi memur zihniyeti ile yapanlar gibi olacağız ne de sürümden kazanmak ve kazandırmak isteyenler gibi. Bazı işler adanmışlık ister, bunlardan biri de hekimliktir. Ben zanaat yapıyorum zanaat. İçim kan ağlasa da severek yapıyorum. Ben akademisyenim, yıldıramaz topyekûn çabalarınız. Öğretmek için buradayım her gün öğrendiklerimi, varsa öğrenmek için yüreğiniz. Yeni akademik yılda hem yönetimlerin hem de öğrenmeye gelenlerin, bizlerin onları saydığı kadar bizleri sayabilmeleri dileğiyle…