Tatildeyiz, kitapçıda geziniyorum. ‘Doğan Kitap’tan basılmış, bir söyleşi kitabı gördüm. “Yılmaz Büyükerşen, zamanı durduran saat” İlgimi çekti, alıp baştan sona okudum.
Hocamız önce, Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisinde öğrencilikten, akademi başkanlığına yükselişini ve bu süreç içinde yaptığı hizmetleri anlatıyor birer birer.
Eskişehir’e, ilk olarak Anadolu Üniversitesini, ardından Osman Gazi Üniversitesini kazandırmasını, birer küçük binadan, binlerce dönümlük üniversite yerleşkelerinin kurulmasını duru bir dille anlatıyor.
“Duvarsız üniversite” kavramından yola çıkarak, önce “Yaygın Öğretim”, ardından “Açık öğretim”in kurulması ve ülke çapında elde edilen muazzam başarı. Almanya’da açık öğretim nedeniyle postane binasına yapılan ilave inşaat, yine bu nedenle cezaevlerinde kurallarda yapılan değişiklikler vs.
Maddi imkânsızlık nedeniyle liseden sonra çalışmak ve ailesini geçindirmek zorunda kalmış, artık okumaktan umudunu kesmiş binlerce gencimize umut olmuş açık öğretim. Hepsi okuyorlar, başarılı olup mezun oluyorlar. Basit görevlerden, müstahdemlikten, üst düzey görevlere yükseliyorlar.
Büyükerşen Hoca’da durmak yok. Okuduklarımdan bazıları: Eskişehir’e üç üniversite kampusunun ve hava alanının kazandırılması. Afyon, Kütahya ve Bilecik’te kurulan yeni üniversiteler.
Ülkemizde tek olan Havacılık Yüksek Okulunun kurulması, orada yetişen pilotların ilk kez ulusal ve uluslararası hava yollarında görev alışları. Üniversitenin “Uluslararası Uzay Üniversitesi”nin şubesi oluşu. Eğitim Gönüllüleri Vakfının kurulmasındaki gayretleri. Anadolu Üniversitesi bünyesinde kurulan modern bir matbaa ile tüm açık öğretim kitap, dergi ve broşürlerinin basımının sağlanması, açık öğretimin yurt içinde olduğu kadar yurt dışında da ses getirmesi. Derslerin yurt sathında TV’de verilmesi. Yurt içinde ve yurt dışında açılan bürolar.
Anadolu Üniversitesi girişine konulan Yunus Emre heykeli. Kaidesinin önünde “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır”, sağında “Bu kapıdan odunun bile eğrisi girmemelidir”, diğer tarafında “Sevelim sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz” dizeleriyle üniversite kapısından her geçene verilen ilk dersler.
İki dönem rektörlükten sonra Tüm Eskişehir’e hizmet için belediye başkanlığına karar veriş ve ard arda kazanılan seçimler. Hem de partisinin oy oranının ülke bazında %1’lerin altına inmesine rağmen elde edilen başarılar.
Eskişehir’in ufak bir Anadolu kentinden, parmakla gösterilen bir dünya kültür kenti haline gelişi. Kent içi raylı ulaşım sistemi. Kente ilk defa kazandırılan konser ve tiyatro salonları. Yollarıyla, bulvarlarıyla, heykelleriyle, geleceğe umutla bakan üniversite gençliğiyle, herkesin imrendiği yaşayan bir değerimiz Eskişehir.
Paris için Sen Nehri ne ise Eskişehir için de Porsuk öyle. Eskiden yağmur yağdığında etrafa taşan, sivrisinekleri ve pis kokusuyla ünlenen Porsuk, şimdilerde kentin gurur kaynağı. İçinde tekne gezintileri yapılan, kıyılarında kafeleriyle, plajlarıyla, gezinti alanlarıyla, ayrı bir güzellik katmış.
Büyükerşen Hoca, tüm bunları yaparken, daima halkın içinde olmuş, kendini yükseklerde görüp böbürlenmemiş. Bilimsel çalışmaları, mütevazi yaşamı, sevecen davranışlarıyla da Eskişehir’in gururu olmuş durumda.
Maalesef toplumumuzda, Büyükerşen’ler sık bulunmuyor. Olanları da bir punduna getirip tuş etmeye çalışanlarımız var.
Hocanın yaptıkları, umarım iki oda, bir masa, beş sandalyeyi, biz kurduk diye, açılışlarda boy gösterip böbürlenenlere de yol gösterici olur. Tüm yöneticilere, mütevazi bütçelerle, büyük işler hangi koşullarda ve nasıl yapılabilmiş, bir bir anlatılan kitabı alıp okumalarını öneririm.