Tıp Dekanlar Konseyi, 5-6 Aralık 2013 tarihleri arasında Diyarbakır’da toplandı ve eğitim sorunlarını tartıştı. Tartışılan konular başlıkları ve içerikleri bakımından oldukça önemliydi.
Tıp fakültelerinde en büyük sorunun eğitim meselesi olduğu aşikârdır. Fakültelerin varlık nedeni de şüphe yok ki her düzeydeki eğitimdir.
Gitgide artan öğrenci kontenjanları tüm tıp fakültelerinin ortak sorunu durumunda. Kapılardan taşan öğrenciler, eğitime yetişemeyen eğitimci kadroları sorunlardan birini teşkil etmekte. Öğretim üyeleri derse gelmeyen öğrenci olduğunda hoşnut! Çünkü tüm öğrenciler geldiği zaman öğrenciler amfilere sığmıyor. Aman yanlış anlaşılmasın, bizim fakülteden söz etmiyorum; tüm tıp fakültelerinin hali bu.
Sağlık Bakanlığı yılda 12 bin civarında yeni hekime ihtiyaç duymakta. Cumhuriyetimizin 100. kuruluş yılı olan 2023’te yaklaşık 200 bin hekime gereksinme duyulacak. Bu mantıkla beş veya dört yıl sonra mevcut öğrenci sayısını temel alarak amfi yapan yönetimler ciddi bir yanlış yaparlar. Muhtemelen birkaç yıl sonra sayı sabitlenecek ve daha sonra da kontenjanlar azalacak, azalmak zorunda kalacak. Neden mi? Çok açık, çünkü kontenjanlar azaltılmazsa hekim enflasyonu yaşanacak. Belki de mevcut öğretim üyesi sayısı, tıp fakültesi sayısı, laboratuvar ve diğer altyapı yatırımları ile Türkiye bir zamanların Almanya’sı gibi sadece buraları açık tutmak için yurt dışından öğrenci alacak! Bilmiyorum, benimki biraz öngörü, belki de spekülasyon.
Gelelim şimdiye!
YÖK’ün sayfasına girilirse, Sayın Prof. Dr. Çetinsaya tarafından yapılan açıklamalar görülebilir. Öğretim üyelerinin maaşları yazık ki yıllardır ciddi bir artış almamıştır. Öğretim üyesi olmak kolay bir iş değil. Olmamalı da! Materyali insan olan bir popülasyonu yetiştiren hocaların kesinlikle sıradan, boş, birikimsiz olması düşünülemez. Devlet, bu kadar yatırım yaptığı, emek harcadığı insan gücünden elbette toplum yararına fayda sağlamak isteyecektir. Şöyle bir düşünüyorum; sabah 08.00’de mesaiye başlayıp, akşam saat 19.00-20.00’ye kadar çalışıp, gece sabaha dek telefonla danışılmaya ve gerektiğinde hastaneye gitmeye hazır bir meslek grubu… Hafta sonları da gerektiğinde vizite giden, bir yerlerde konferans veren bir hoca… Hocam kaç para veriyorlar size? Duyamadım! Kaç para! Yok, daha neler! Gerçekten alınan ücretler komik ve acıklı hale gelmiştir. Bu da beklenen sonuçları doğurmuş, öğretim üyeliği tercih edilmeyen bir meslek olmuştur.
Çözüm asla performansa dayalı ücretler değildir! Yeterli, sabit bir gelir mutlaka sağlanmalıdır. Bu sadece hekim kökenli öğretim üyeleri için değil, diğer mesleklerdeki öğretim elemanları için de sağlanmalıdır.
Bir diğer mesele de, tıp fakültelerinde ders çeşitliliği ve yeni bakış açılarıdır. Uzun yıllardır öğrenciler sadece mesleki dersler içinde boğuldu, sıradanlaştı ve yaratıcı zekâları köreltildi. Ama artık bunun değişmesi istenmekte, değişmeli de. İlki Adnan Menderes, ikincisi de Çukurova Tıp Fakültesinde başlatılan “Tıp ve İnsani Bilimler” başlıklı dersler yeni bir bakış açısıdır. Felsefe, psikoloji, sosyoloji ve hukuk tıbbın kardeşidir, ayrılamaz. Düşünemeyen, kendisini, çevresini anlamayan, kendisinin ve başkalarının hakları hakkında bilgi sahibi olmayan bireyler hekim olamazlar. Hekimlik, aynı zamanda toplumsal görev ve liderlik gerektiren bir meslektir. Dünya Sağlık Örgütünün iyi hekim tanımında tüm bunlar bulunmaktadır. Artık engelleri kaldırmalıyız.
Düşünen, sorgulayan bireyler sağlıklı bir yüksek öğretimin oluşmasına katkıda bulunacaktır. Felsefe, evrim vs. başlıklı derslerin veya sağlık sistemini ya da eğitim sistemini sorgulayan, eleştirel bakışlar sunan yaklaşımların nesi yanlıştır? Yoksa son 40-50 yıldır yapıldığı gibi, arkadan konuşup, yapıcı eleştirel yaklaşımlar sunmak yerine dedikoduya dayalı, çökmeye mahkûm bir yaklaşımı mı sürdüreceğiz? Korkumuz, çekingenliğimiz nedendir, kimdendir? Neyi kaybedebiliriz? Ya da soru şöyle sorulmalıdır; kaybedeceğimiz hangi şey, ülkemizin, evlatlarımızın geleceğinden daha önemli olabilir ki? Hipokritik yaklaşımların kimseye yararı yoktur. Ama unutmayalım ki açıkça ve nezaketle, gerektiğinde cesaretle kendisini ve düşüncesini ifade edebilmek ciddi bir eğitim ve birikim neticesidir. Hangimiz bunu çocuklarımıza öğretmekten geri durabiliriz?
Toplantıda sevindirici bulduğum en önemli noktalardan biri de, YÖK üyelerinin de bizden pek farklı düşünmediğini görmekti. Değişim ve gelişim gerçekten sevindirici. Ancak henüz yeterli bir sonuç veya sonuca yönelik çözüm yok veya ben fark edemedim. Ama sorunların açıkça konuşulabilmesi ve paydaşların aynı paralelde düşünmesi çok önemli.
Bir sonraki yazıda sorunları ve çözümlerini biraz daha açarız.
Saygılarımla…