Öyle bir zaman diliminde yaşıyoruz ki, geçmişe özlem dolu. Niye geçmişe özenir ya da hayalimizde hatta damağımızda eski tatları ararız? Sevda/lar denince neden hep aklımıza nefsani şeyler gelir! Oysaki anne baba sevdası, eş-çocuk, dostluk sevdası, huzur sevdası, komşuluk sevdası daha bir çoğu geçmişte bu seviyede ve karşılıksızdı. Sevdanın içinde aşktan öte, şefkat vardı ve bu çok samimi idi, karşılıksız idi.
Yitirdik bu sevdaları… Modern dünyanın bağnazlıkları ve hodgamlıkları (bencillikleri), diğergamlığı en evvel yakınlarımızın, yakınlarına unutturdu. Doymaz gözümüze perdeler çekildi. İşte gele gele öyle aciz bir duruma düştük ki, istesek de gidemez, gelemez olduk. Üstelik resmi olarak da yasaklandık…
Dostlardan (sana yakın olan her şey) uzak kalmak, gerçek sevenler için bir anlam ifade eder. Hani dost var mı ki sevelim, hele bu zamanda der gibiyiz. Gerçek dost, anne gibi olmalı. Karşılıksız sevebilmeli. Onun için sevda koymuşlardı bunun adını. Gerekirse ölüm anında bile adını sayıklamalı. Ya da keşki onun yerine ben …diyebilmeli! İşte, gerçek sevda yani dost/lar budur.
Gözlerim buğulu, zaman zaman hatırladığım bedir dostları gibi olabilir mi insanlık! Ölüm anında bile, bir damla suyu inleyen diğer kardeşine gönderebilir mi! Hayalci miyim ne, böyle şeyler olur mu?
Acaba bu pandemi süreci böyle bir ikaz ya da pişmanlığı doğurabilmiş mi?
Olmuş işte, gerçek insanlığı yakalamış dünya, bir zamanlar. Şimdi ise kaybettiğini aramakla meşgul. Fakat rahmet ve sevda yağmuruna muhtaç dağlar, ağaçlar, kuşlar, sinek ve böcekler de şikayetçi insanlardan. Sizin zulmünüz ve küfrünüz(isyankarlığınız) bizi de kirletti diye. Küresel ısınmanın, salgınların ya da kirliliğin müsebbibi, kurak gönüller. Bir türlü yumuşamayan yürekler. Beş yıldızlı otellerde inanılmaz bir israfın kirlettiği çevre ve fakir fukaranın, garip gurabanın muhtaç halleri ve bu uçurumlar…
Sırtındaki kürkü için, Diri diri yere çarpılan kafalar, canlı canlı önce ayak bilekleri sonra da derileri yüzülen ve diğer masum hayvanları katleden canavar insanlar, sırtlarındaki kürkleri ile dolaşan canlı cenazeler, meyyit-i mütaharrik (hareketli ölüler)’ler kuruttular bu dünyayı… Ya insanları katleden canavar insanların hali ve insanlığa hediye ettiği susuzluklar nice ola, varın siz hesap edin.
Daha yeni, herkesin gözü önünde verilen şu mesaja bir bakın: “…gitmesi için çok büyük bir halk öfkesinin olması lazım” diyen Ataklı, şöyle devam etti: Büyük bir doğal afet, büyük bir deprem, başka bir doğal felaket… Çok büyük sel, çok büyük yangınlar… Hani Avustralya’yı yakan yangın vardı ya o kadar büyük yangınlar, deprem, çok büyük can kaybına yol açacak sel felaketi gibi… Kendisine oy verenlere ekmek veremeyecek kadar ağır bir ekonomik kriz olursa… Ama en korkutucu olan Türkiye’nin bir askeri başarısızlık elde etmesi”. Aman Allah’ım, insanlık adına mesaj verdiğini zanneden, gözünü kin bürümüş bu zavallılar ve buna sessiz kalan, sessiz yığınlar böyle musibetlerin en ciddi müsebbiplerinden bir kaçı!
Nefsi tefekkür ya da kişisel kusurlarımızı görerek tövbe etme. Önce ben diyerek, insanlığımızdan utanarak, dua ve tövbe etmek. Yukarıda ki gibi canavar ruhlu insani hallerden Rabbim hepimizi, ülkemizi ve milletimizi muhafaza etsin diye dua etmek… Bu insanlık affedilir, yeniden bahar yağmurları yağabilir miydi? Ülkeme. Hz. Hamza’ yı vahşice katleden, sonra dişleriyle parçalayanları bile Rabbim affedip, cennetine koyabiliyorsa, ümidimiz odur ki, Mevlana yürekli gönüller çoğaldıkça yağmur zamanı, huzurlu günler yakındır, inşallah…
İşte bütün bunların; herkesin, herkesten uzak kaldığı bu süreçte düşünülmesi ve cemrelerin düştüğü bugünlerde, gönüllerimize de cemre düşürerek fiiliyata geçirmenin gayreti içinde olmalıdır.