Vatanı korumak, çocukları korumakla başlar.
Özel hastane yoğun bakımlardaki rezaletleri ve yenidoğan bebek ölümlerini, TV ekranlarında ve gazete yazılarında görerek ve okuyarak, her duyarlı vatandaş gibi ben de yakından izliyorum.
Olaya kronolojik olarak bakıldığında:
27 Mart 2023 – CİMER’e şikayet oluyor. 28 Mart 2023, şikayet hem Teftiş Kurulu Başkanlığına hem de İstanbul İl Sağlık Müdürlüğüne gönderiliyor. 2 Mayıs 2023, denetimler başlıyor. 5 Mayıs 2023, İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü’nce, İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü’ne ihbarda bulunuluyor. 20 Haziran 2023, Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, teknik, fiziki takip ve telefon dinlemesi için hakimden izin alınıyor. 4 Eylül 2023, Emniyetin ‘Yolsuzluk Büro Amirliği’ tarafından, savcılığa bildirimde bulunuluyor.
25 Eylül 2023, Savcılıkla ve Emniyetle iş birliği içinde bahsi geçen kurumlarda olağandışı denetimler başlatılıyor. 28 Eylül 2023, Yenidoğan Yoğun Bakım Denetim Değerlendirme Komisyonu kuruluyor. 24 Kasım 2023, Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı’nca müfettiş görevlendirmesi talep ediliyor. 5 Aralık 2023, müfettiş görevlendiriliyor. 7 Aralık 2023, edinilen bilgiler müfettişlerle paylaşılıyor.
16 Şubat 2024, denetim tutanakları Savcılık makamına gönderiliyor. 22 Nisan 2024, Savcılık, gizlilik kararının devam ettiğini müfettişlere bildiriyor. 27 Nisan 2024, şüphelilerin tutuklanmasına başlanıyor. 9 Mayıs 2024, gizlilik kararı kaldırılarak, bilgi ve belgeler müfettişlere teslim ediliyor. 28 Haziran 2024, Savcılık tarafından bebek ölümleriyle şüphelilerin fiilleri arasında illiyet bağının incelenmesi talebinde bulunuluyor.
30 Ağustos 2024, tutuklu şüphelilerin avukatı Aylin Arslantatar, soruşturmayı yürüten Büyükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Savcısı Yavuz Engin’i arıyor ve daha sonra makam odasına giderek, hakkında suikast planlandığını, babasına ve annesine zarar verileceğini söyleyerek tehditte bulunuyor. (1) Cesur yürek savcımızı yürekten kutluyorum.
3 Eylül 2024, Jandarma Kriminal Büro tarafından çözümlemesi yapılan dijital materyaller savcılıktan müfettişlerce alınıyor. 16 Eylül 2024, bebek ölümleriyle şüphelilerin fiilleri arasında illiyet bağı tespit ediliyor. 28 Eylül 2024, müfettiş soruşturması tamamlanıyor. 16 Ekim 2024, savcılık iddianamesi hazırlanıyor. Nihayet, 18 Ekim 2024’te, hastane ruhsatlarının iptal edilmesine başlanıyor.
Olaylara retrospektif baktığımızda, Mart 2023’te mağdur olan bir vatandaşımız CİMER’e şikayette bulununcaya kadar, İstanbul İl Sağlık Müdürü, özel hastaneleri denetlemekle yükümlü İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü yetkilileri neredeydi? Yıllarca SGK ve devlet soyulurken, SGK görevlileri ve ilgili kurum müfettişleri neredeydi?
Rezaletler bir bir açığa çıkınca, konuyla ilgili bakanlar apar topar Sayın Cumhurbaşkanına gidiyorlar. Üst makamdan icazet alındıktan sonra, olayların geçtiği hastaneler ancak kapatılabiliyor. Bunun yanında, görevini hakkınca yaptığı şüpheli İl Sağlık Müdürü, terfi ettirilerek Sağlık Bakanlığı makamına yükseltiliyor. Eski Sağlık Bakanı’nın hastanesi de işin içinde görülerek kapatılıyor.
Bütün bunlar bana, yıllar önce izlediğim bir filmi anımsattı. Filmde, mahkum Tatar Ramazan (Kadir İnanır), yıllardır hapishaneyi haraca kesen koğuş ağası Abdurrahman Çavuş’u avluda bıçaklayıp öldürünce, o güne kadar hiç sesi soluğu çıkmayan ezilmiş mahkumlar, Ramazan’ın etrafında toplanarak, “Ben vurdum, ben vurdum”, “Biz vurduk” diye haykırmaya başlarlar. Aynen filmde olduğu gibi, rezaletler yürekli bir savcı ve devletin emniyet görevlilerince ortaya çıkarılınca, bakanından müdürlerine, herkes ortaya çıkıp, kendince ahkam kesiyor.
Olaylar, 2023’te mi ortaya çıktı? Hayır. Sayıştay sömürüyü 2012 yılında yakalayarak rapor etmiş. Ancak, Mehmet Müezzinoğlu’nun Sağlık Bakanı olduğu dönemde üstü kapatılmış. Bkz. Barış Terkoğlu, (2)
Hastanelerin yoğun bakımlarında, yenidoğan masum bebekler patır patır öldürülürken, aileler perişan edilip parasal açıdan soyulurken, Cumhuriyetimizin değerli bir savcısı ölümle tehdit edilirken nerelerdeydiniz? İllaki çocuğunu kaybettiği için hayatı kararan bir vatandaşın CİMER’e şikayette bulunması mı lazımdı? Yoğun bakımlardaki sorunların sadece yenidoğanlarla sınırlı olduğunu düşünenler yanılırlar. Yetişkin yoğun bakımları da mercek altına alınıp araştırılmalıdır.
Yenidoğan bebek cinayetleri şu nedenle de çok önemlidir: Bir yetişkin öldüğünde, onun kim olduğu, mesleği, ne iş yaptığı bellidir. Ölen bebeklerimizin ise ileride ne olacakları henüz belli değildir. Ölenlerin arasından pekala bir Atatürk, bir Aziz Sancar, bir Türkan Saylan ve daha pek çoğu çıkabilirdi. Onlar bizim geleceğimizdi ve işte bu yüzden bebek cinayetleri her şeyden çok daha önemlidir.
Devleti soyarken, yeni doğmuş masum bebeklerin canına kast edenler, ailelerin yanında, ülkemizin geleceğine de kast etmişlerdir. İşte bu yüzden, bebek katili canilere, hak ettikleri en ağır cezalar verilmelidir.
1. Yenidoğan çetesinden savcıya makamında ölüm tehdidi: 5 şüpheli tutuklandı
İstanbul’da yenidoğan bebeklerin özel hastanelere nakledilerek haksız kazanç sağlanmasına yönelik soruşturmayı yürüten savcı Y.E., makamında ölümle tehdit edildi. Yapılan incelemede, savcının kişisel ve ailevi bilgileri, tehdit edilmeden 3 gün önce sistemden sorgulandığı belirlendi. Başlatılan soruşturma kapsamında 11 şüphelinden 8 şüpheli, adliyeye sevk edilirken soruşturmada bir şüpheli itirafçı oldu. İtirafçı, şüpheli M.K.Z’nin kendisine adliyeden birini silahla vurması karşılığında 100 bin dolar teklif ettiğini söyledi. Savcı Y.E’nin ölümle tehdit edilmesine ilişkin 5 şüpheli tutuklandı, 3’ü adli kontrolle serbest bırakıldı.
Anadolu Ajansı Haber Merkezi 14.10.2024
2. Hepiniz bal gibi biliyordunuz! Barış Terkoğlu, 21.10.2024, Cumhuriyet Gazetesi.
8 yorum
Gerçekten aklım almıyor ne yapılana ne adalete birbıçuk sene kayıp
Süper olmuş hocam
Benim kanaatime göre CİMER’e yapılan başvuru veya şikayet “havanda su dövmek”ten farksız. Bu sefer nasıl olmuş da eğrisi doğrusuna denk gelmiş, şikayet dikkate alınıp işlem yapılmış hayret…
CİMER’de başvuruları değerlendirenler de bürokrat. Cimer değerlendirmeleri birbirini tanımayan bilmeyen 3 kişilik bir ekip tarafından çapraz okumaya, değerlendirmeye tabii olmalı. Kim neyin okunduğunu nereye sevk edildiğini bilmemeli.
Dolayısı ile sümen altı edilme olayları azalır. CİMER gerçek işlevine döner. Sümenaltı edenlere de “neden” diye sorulmuş olur.
O zaman da Türkiye yangın yerine döner mi acaba?
Eline fırsatı geçiren, gücü yettiği kadar sahtekarlık ve dolandırıcılık yapıyor. Misal; Gıdada taklid ve tağşiş.
Bu taklid ve tağşi işinde de netice yarım bırakılıyor. Ürettiği üründe, taklid ve tağşiş saptananın ürününün %25 kadarına bu markalı ürünün ve firmanın taklid ve tağşiş ürünü sattığı yazılmalı. Ürün sahtekarlığı yapan kişinin 10 sene süre ile, firmasını kapatıp yeni firma açmasına engel olunmalı.
Dükkan ise; camekanının %25 oranını hapsayacak şekilde ve müessese içinde görünecek yerlere bu firma taklid ve tağşiş ürünler yapmıştır yazılmalı.
Bizim milletin hafızası zayıftır. 1 ay sonra “Köfteci Yusuf’u ve yaptıklarını hatırlamaz bile.
Her işimiz yarım. Netice alacak gibi değil de “dostlar alışverişte görsün” kabilinde yapılıyor.
Elinize sağlık. Güzel yazı olmuş.
Sayın Hocam yine bam teline basmış. Kamunun Yenidoğan bakımı işine mesafeli olduğunu görüyoruz. Masraflı iş.
Sayın Hocamız’ın kaleme aldığı güncel bir yara var ki, kanıyor ve çözüm bekliyor. Bu yaraya farklı bir bakış açısıyla, üzerinde durulmayanları ve görmezden gelinenleri dile getirmek istiyorum.
Bu noktaya gelineceği aslında belliydi ve ne yazık ki “Sağlıkta Dönüşüm Programı” bu sürecin mimarı oldu.
* Ankara, İzmir, Antalya ve benzeri büyük şehirlerde, hatta tüm ülke çapında benzer yapılar olmaması mümkün mü? Ülke genelinde yaşanan sağlık sorunlarının sadece tek bir yerle sınırlı olduğunu düşünmek, büyük resmi görememek olur.
* Gebelerin bir araya gelip, birbirlerine övdüğü, kendilerini akıllı ve haklı hissettikleri hizmetin ucuz olduğu için “kuyruklar oluşturdukları” hastaneleri görmek bile sorunun derinliğini anlamak için yeterli. Doğum hizmetini ucuza, bedavaya verip, takip sürecini cazip hale getirmek; hatta doğum ücretini minimumda tutmak bile bu sistemde bazı hastaneler için cazibe merkezi oldu. Bebeğin küvöz masrafını devletin karşılaması fikri de bu döngüyü besleyen unsurlardan biri. Vatandaş bebekler küvöze girsin, iyi bakılıyor modundaydı.
* “Doktorun elini cebinizden çekeceğiz” söylemiyle yürütülen politikalar halkımızın alkışını topladı. Ama eski Türkiye’de ya da muayenehanelerin ön planda olduğu dönemde bu denli büyük krizler hiç yaşanmazdı. Doktorlar, mesleklerine değer veren bir sistemde çalıştığında, daha özverili bir performans sergiliyordu. Artık yoruldukları çok açık: Sürekli fedakarlık beklenirken karşılıksız cömertlik sergilemeye bırakılmaları bu yorgunluğun temel sebeplerinden biri. Anlaşılıyor sistem de koşturulan “hayvan terli” çatlamaya dönüşmüş.
* Büyük devletimiz, sağlıklı gebelik takibi ve doğumu adeta basit bir işlem gibi görüp minimal ödemelerle bu emekleri, akıl terlerini küçümsedi. Komplikasyonlu doğumlara ve yoğun bakım gerektiren bebeklere ise devasa kaynaklar aktarıldı. Bu yönelimin, kaliteli gebelik takibine gösterilen önemi azalttığını görmemek elde değil. 14000 küvöz oluşmuş!
* Bir jinekoloğun günde maksimum/azami 15 gebe ile ilgilenmesi gerekirken, bu sayı kimi yerlerde günde, 8 saatlik. mesaide 50 ila 200 gebeye kadar çıkıyor. Yoğun bir tempo, vahşi sürüm usülü iş, baş döndüren bir sistem; ama vatandaş bu durumu sorgulamaksızın kabul ediyor, hatta avantajlı/süper /kaliteli buluyor. Sağlığın bu derece ticari bir yaklaşımla özellikle vatandaş tarafından ele alınması, gebelik ve doğum hizmetlerini kalite açısından zayıflattı.
* Gebelik takibi, artık “olduğuyla kadarıyla doğsun” yaklaşımıyla ilerliyor. Salgın şeklindeki plansız hamilelikler, hazırlıksız doğumlar sonucunda, bebek yoğun bakım yatak sayısı şehir şehir artarak 14 bin yeni doğan yatağına kadar ulaştı. Bu yataklar sürekli dolup boşalıyor; ama bu sorun halk tarafından yeterince önemsemiyor, ucuz olsun, bedava olsun, kimse benden para istemesin derdindediriler.
* Ekonomik durumları gayet iyi olan bazı aileler bile gebelik için herhangi bir bütçe ayırmayı düşünmüyor, en ucuza hatta bedavaya yöneliyor ve bu yaklaşımı bir zeka göstergesi, haklılık, iş bilirlik olarak görüyor. Bir jinekoloğa 40, 80 hatta 150’nci sıradan muayene olmayı, sürüm mantığıyla hastaneye gitmeyi tercih edenlerin sayısı hiç de az değil, tüm toplum bu şekilde!
* Bütün bu sürecin sonucunda, hazırlıksız gebeliklerin kötü sonuçlarıyla başa çıkmak zorunda kalıyoruz. Küvözlere mahkum edilen bebekler, yetersiz takiplerden doğan komplikasyonlar artık ülke genelinde alarm veriyor. Suç oluşmasına sebep veriyor.
* Küçük bir harcama yapıp büyük bir servet ödemiş gibi övünenler, devletin tüm kaynaklarını bu sisteme akıtmasını istiyor; zengin – fakir hepsi böyle düşünüyor, ancak hiçbir maliyetin altına girmeyi kabul etmiyor. Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın ortaya çıkardığı suçlar, intiharlar, sağlıkta şiddet olayları ve ölümlerle dolu bu tablo, sorunun ne denli karmaşık bir hale geldiğini gözler önüne seriyor.
Vatandaşın artık kendi sağlığına özellikle gebelik ve doğumlara daha fazla özen göstermesi, sistemi sorgulaması ve bu döngüye bilinçle yaklaşması gereklidir.
Gebelikte tasarruf (kısıntı) olmaz, gebelikte mal, mülk, para, imkan seferber edilir, feda edilir. Aileler bunu artık öğrenmeli, gebelik bütçesi yapmalı, 10/5/2 kuralına riayet ederek gebeliklere kaliteli şekilde hazırlanmalıdırlar.
Bir Jinekologun günde 15 den fazla gebe muayene etmesi derhal yasaklanmalıdır.
Çok açıklayıcı bir yazı, elinize sağlık
Sayın Haldun Hocam,
Yazınız çok değerli, tarihleri ve eyleme geçmeleri de dikkate alınca kurum içi ve kurumlar arası bir çok savsaklama olduğunu da görebiliyoruz.
Yazınız bürokrasinin çalışma temposu için de bir örnek aynı zamanda, çok teşekkürler.
Merhabalar Sayın Hocam,
Her zaman olduğu gibi yine ülkemizin çok önemli bir konusuna değinmişsiniz. Maalesef üzerinde durulması ve acilen devletin el atıp gerekeni yapması ve bu tip tacirlere en ağır cezalar vermesini düşünüyorum. Elinize,yüreğinize ve kaleminize sağlık.
Saygılarımla Sayın Haldun Hocam.