Bilindiği üzere, YÖK Başkanı Sayın Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya tarafından, kendi ekibince hazırlanan YÖK Yasa Tasarısı Taslağı’nın kamuoyuna duyurulması ve hazırlanan metnin tartışılarak görüşlerinin belirlenmesi için üniversite rektörlüklerine gönderilmesinden sonra, bazı kişiler tarafından biraz da ideolojik yaftalar eklenerek hem “muhalif” ve hem de “muvafık” olanlarca tartışılmaya ve konuya ilişkin görüş bildirilmesine yoğun bir şekilde başlanmıştır. Aslında bu lehte ya da aleyhteki eleştirileri sevindirici bulmakta ve ilgili kesimlerin konuya duyarsız kalmamaları bakımından önemli bir gelişme olarak görmekteyim. Ben de kendi fikirlerimi iki bölümde sunmak istediğim için bu yazıyı birinci bölüm olarak ele alacağım ve maddeler üzerindeki görüşlerimi sonraki bölümlere bırakarak, bu bölümde sadece Taslak üzerindeki genel yaklaşımımı belirteceğim. Benim gibi kıdemlilerin(!) hatırlayabileceği üzere, 1773 yılından başlayarak Batılı anlamda üniversite eğitimi üzerinde çeşitli girişimlerde bulunulmuştur.
Daha eskiyi bir kenara bırakırsak, Cumhuriyet’in kurulmasından bu yana hemen her hükümetin ve daha da ilginci her ihtilal yöneticilerinin, düzeltmek için sözünü ettikleri sorunların ilk sıralarında hep üniversiteler kanunu ve bunun değiştirilmesi olmuştur. Şimdi birazcık geçmişe giderek neler olduğuna baktığımızda, ilk olarak Profesör Alfred Malche tarafından hazırlanan rapora dayanarak 06 Haziran 1933 tarih ve 2252 sayılı Yasa ile İstanbul Darülfünununun kapatılarak yerine İstanbul Üniversitesinin kurulduğunu görmekteyiz. Oluşturulan bu yeni yapının ana nedeni, doğrudan Atatürk’ün direktifi ve yönlendirmesidir. Şimdi kullanmakta olduğumuz rektör, dekan, profesör, doçent gibi kavramlar da 1933 Üniversite Reformu ile sözlüğümüze yerleşmiştir. İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cemil Bilsel tarafından, 1939 yılında hükümete gönderilen rapora istinaden, 12 Haziran 1946 tarih ve 4936 sayılı Üniversiteler Kanunu çıkarılmıştır. Bu yasa, Türk üniversitelerinde köklü bir reform gerçekleştirmiştir, fakat bu Yasa da, o zamanki iktidarın direktifi ile gerçekleşmiştir. Arada yapılan düzenlemeleri bir kenara bırakırsak, 20 Haziran 1973 tarihli 1750 sayılı Üniversiteler Kanunu Türk üniversite hayatına damgasını vurmuştur.
Buradaki önemli nokta, 1961 Anayasası ile genişletilen ve 1971 müdahalesi ile yeniden düzenlenen ve pek çok maddesi bir üniversitenin başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen bu Yasa, 1980 müdahalesine de gerekçe olmuştur. Dikkat edilirse, bu Yasa da egemen güçlerin direktifi ile şekilden şekle girmiştir. Nihayet 1980 müdahalesi ve 2547 sayılı ünlü Yükseköğretim Kanunu ile onun “alametifarikası” olan meşhur YÖK ortaya çıkmıştır. Aslında bu YÖK ikinci YÖK olmaktadır, zira 1750 sayılı Yasa’da da, birincisi diyebileceğimiz YÖK vardı, fakat Anayasa Mahkemesi tarafından daha sonra iptal edildiği için kısa bir uygulamadan sonra ortadan kalkmıştır ve YÖK denince herkesin aklına, 2547 sayılı Yasa’daki YÖK gelmektedir. Çok kısa ve çok kalın fırça darbeleriyle geçmişini hatırlatmaya çalıştığımız üniversitelerle ilgili düzenlemeleri gündeme getirdikten sonra, şimdi de gelelim genel değerlendirmemize. Şimdiye kadar, üniversite elemanlarının fikirlerini alarak bu doğrultuda iki kez yasa çıkarma girişimi olmuştur. Bunlardan birincisi, 1979 yılındaki Ecevit Hükümeti döneminde tüm öğretim üyelerine gönderilen ve görüşleri sorulan Üniversiteler Kanunu Yasa Tasarısı Taslağı, diğeri de şimdi gündemimizde olan ve YÖK Başkanı Sayın Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya tarafından hazırlanan Yükseköğretim Yasası Tasarısı Taslağı’dır. Aslında bunun adını Sayın Çetinsaya, “YENİ BİR YÜKSEKÖĞRETİM YASASINA DOĞRU” şeklinde koymuştur. 1977 teklifi, bir komisyona hazırlatılmış olan ve alternatifleri içermeden öğretim elemanlarına önerilerinin sorulduğu bir hükümet teklifi idi.
Hatırlanacağı üzere o zamanki üniversiteler pek de “burnundan kıl aldırmayan” kurumlardı. Dolayısıyla “dikte ettirilen” bir öneri gibi algılanmış, çoğu üniversite önerilerini iletme gereğini bile duymamıştır. Diğer yandan, o zamanki hükümetin de bu önerisini izleme ömrü olmamıştır. Gerçi bu öneri, devletleştirilen özel yüksekokullar ve akademilerin sorunları ile anarşinin insanlara sağlıklı düşünme olanağı da bırakmadığı bir dönemde istenmişti. Bütün bunlara rağmen, bana göre üniversiteler bir yandan önlerine konan fırsatı değerlendiremezken, bir taraftan da 12 Eylül müdahalesini hazırlayanlara müdahale gerekçelerinden birini oluşturma fırsatı tanınmıştır.
Eğer o zamanki toz-duman içerisindeki üniversiteler kendilerine tanınan imkândan geleceği de görüp bundan yararlanarak sakıncaları ve eksikleri giderilmiş bir üniversite kanununun çıkarılmasına olanak tanımış olsalardı, belki de bu tavır karşısında 12 Eylül müdahalesi olmayacak ve 2547 sayılı Yasa çıkarılamayacak, üniversiteler de bugünkü atalet içerisinde bulunmayacaktı. Yukarıda açıklamaya çalıştığım nedenlerle, Sayın Çetinsaya’nın önerisini bir şans olarak değerlendiriyorum ve toplumun her kesiminin bu öneriyi reddetmek yerine katkıda bulunmasının yararına dikkat çekmek istiyorum. Mevcut durumda; bir grup teklifin karşısında yer alırken, bir grup ortadan gitmekte, büyük bir kesim ise beklemeyi tercih etmektedir. Karşı grupta olanlar içerisindeki bazı rektörlerin getirilen öneriye karşı çıkmalarını bir ölçüde anlayabiliyorum, zira başbakanda bile olmayan rektör yetkilerinin çoğu bu öneri ile ortadan kaldırılmaktadır. 2547 sayılı Yasa’daki her değişiklik ile biraz daha yetkileri artırılan 6 Kasım YÖK’ünün ve ceberut rektörlük sisteminin üniversiteleri hangi kapılarda süründürür hale getirmiş olduğunu şimdi daha iyi görebilmekteyiz.
TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek’in üniversitelerin ülke sorunlarına çözüm üretmedikleri sitemi, çok yerinde bir tespit olmakla birlikte, 6 Kasım’dan bu yana üniversitelerin ne hallere düştüğünü ya da düşürüldüğünü de görmek gerekmektedir. Sonuç olarak, yukarıda sıralamaya çalıştığım hususları dikkate aldığımız zaman, mevcut önerinin Türk üniversite tarihi açısından da önemli bir gelişme olduğunu, buna sahip çıkılarak katkıda bulunulmasını, emeği geçenlere teşekkür edilmesi gerektiğini ifade ederek, maddeler hakkındaki görüşlerimi ikinci bölümde aktaracağımı hatırlatmak istiyorum. Yeni bir konuda yeniden buluşuncaya kadar esen kalın, sağlıklı kalın.