ÖSYM’nin yaptığı sınav sonucunda yüksek puanlar alarak girdikleri tıp fakültesinde 6 yıl süren bir eğitim sonrasında 1.5-2 yıl mecburi hizmete gönderiliyorlar. Hekim olduktan sonra ÖSYM’nin yaptığı başka bir sınavı kazanarak yaptıkları 4-5, bazen 6 yıllık tıpta uzmanlık eğitimi sonrasında yine 1.5-2 yıl mecburi hizmete gönderiliyorlar. Yine ÖSYM’nin yaptığı bir sınavı daha kazanarak yaptıkları en az 2 yıllık yan dal uzmanlığı eğitimi sonrası yine 1.5-2 yıl mecburi hizmete gönderiliyorlar. Yan dal uzmanlığı da yapmak isterlerse toplamda 5-6 yıl mecburi hizmet yükümlülükleri oluyor. Yetmiyor, bir de bu mecburi hizmetlerini yapmazlarsa başka hiçbir meslek grubuna uygulanmayan şekilde tıp doktoru diplomalarına ve tıpta uzmanlık belgelerine sahip olamıyorlar. Bu belgeleri olmayınca mesleklerini uygulayamıyorlar. Yoksa hekimler sevilmiyorlar mı?
Kamuoyuna sağlık hizmetini vatandaşa para almadan vermeyen, sağlık hizmeti konusunda adeta vatandaşa eziyet çektiren, sağlık konusunda yaşanan tüm olumsuzluklara neden olan kişiler olarak tanıtılıyorlar. Her meslekte olabilecek bazı yanlış örnekler tüm hekimlere mal ediliyor. Eğitimleri için harcadıkları onca emekleri, gerekirse ailelerini ve sevdiklerini geri plana atarak, gece gündüz demeden ve bazen sağlıklarını yitirerek sundukları sağlık hizmetleri ön plana çıkarılıp çok özverili bir iş yaptıkları pek söylenmiyor. Yoksa hekimler sevilmiyorlar mı?
Katkıya dayalı döner sermaye ek ödemesiyle kamudaki hekimlerin gelirlerinin ülke standartlarının oldukça üzerinde olduğu ve bundan sonra da böyle olacağı ısrarla söyleniyor. Ancak bu ödemelerin bir özlük hakkı olmadığı, kamuda çalışan hekimlerin ve özellikle üniversitelerdeki hekim öğretim üyelerinin kâğıt üzerinde oldukça parlak gösterilen kazançlarının iş uygulamaya gelince çok çalışsalar bile hastane döner sermayelerinde para olmadığı zaman ödenemediğinden ya da ileride ödenemeyebileceğinden bahsedilmiyor. Kamuda çalışan hekimlerin kafasındaki kendilerinin ve ailelerinin geleceği konusundaki soru işaretleri bir türlü giderilemiyor. Yoksa hekimler sevilmiyorlar mı?
Bu kadar yıpratıcı ve riskli bir meslek grubunun küçük bir bölümünün bile maddi gelir düzeyinin yüksek olması hekim olmayan çoğu kesim tarafından hoş karşılanmıyor. Bu küçük hekim grubunun yüksek gelir düzeyi tüm hekimler için genelleştiriliyor. Hekimlerin gelir düzeylerinin giderek düşmesinin, geçim sıkıntısı çekmelerinin hemen her kesimde vicdanları oldukça rahatlatacağı, mutluluk yaşatacağı görülüyor. Yoksa hekimler sevilmiyorlar mı?
Üniversite hastanelerinin düştüğü ya da düşürüldüğü mali sıkıntıların faturası bir şekilde yine hekim öğretim üyelerine çıkıyor. Üniversite hastanelerinde hekim öğretim üyeleri eğitim-öğretim ve araştırmayı arka plana itip öncelikle sağlık hizmeti üretip döner sermayeye para kazandıramazlarsa hastanedeki temel altyapı gereksinimleri için yapılan yatırımların durma noktasına gelebileceği, araştırmaya ayrılan payın azalabileceği, verilen sağlık hizmetlerinin niteliğinin düşebileceği, özverili olarak yapılan akademik ve klinik çalışmalar sonucunda hak edilen katkıya dayalı döner sermaye ödemelerinin eksik yapılacağı ya da artık hiç yapılamaz duruma geleceği ufukta görülüyor. Bir tıp fakültesi dekanı “Tam Gün Yasası’nın en önemli kaybedeni zaten tam gün çalışan, hiç muayenehane açmayı düşünmemiş hekimler olacak”şeklinde herkes tarafından çok iyi bilinen ve zaten beklenen gelişmeyi özetliyor. (1) Yoksa tıp fakültelerinde zaten tam gün çalışan ve bundan sonra tam gün çalışacak olan hekimler sevilmiyorlar mı?
Hastanelerde yaşanan sağlık ile ilgili neredeyse tüm olumsuzluklarda ilgili ya da ilgisiz olsun hekimler en acımasız şekilde eleştiriliyor ve en ağır şekilde cezalandırılmaları isteniyor. Buna karşın hekimler son yıllarda kendilerine karşı nedense çok artan şiddet konusunda gereken desteği hiçbir kesimden yanlarında göremiyorlar. Neredeyse her gün her yerde sağlık çalışanları sözlü ve fiziksel saldırıya uğruyor, ama gözler göremez, kulaklar duyamaz, ağızlar konuşamaz, kalemler yazamaz oluyor. Hatta izlenme oranı yüksek televizyon dizilerinde hekime sözlü ve fiziksel saldırılar olağan bir şekilde senaryolara giriyor. Yoksa hekimler sevilmiyorlar mı?
Kutsal ve ayrıcalıklı mesleklerini istedikleri ortamda özgürce uygulamaları önüne çeşitli engeller konuyor. Hekimlerin çalışma koşulları ve özlük haklarının iyileştirilmesi için yapılan çalışmalar hekimlerin mesleklerini özgürce uygulamaları önüne konulan engellemeler ve aleyhlerine olan çeşitli uygulamalar için yapılan çalışmaların yanında oldukça sönük kalıyor. Yoksa hekimler sevilmiyorlar mı?
Yasa gereği fabrikalarda, atölyelerde, gazete basım yerlerinde, yeraltındaki iş yerlerinde, gemilerde çalışanlar ile polisler, askerler, makinistler, hava yollarının uçucu personeli, basın kartı sahipleri, infaz koruma memurları, PTT dağıtıcıları, TRT’de haber hizmeti verenler, devlet tiyatrosu sanatçıları ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası üyelerinin fiili hizmet sürelerine her çalışılan yıl için 90 gün ek yıpranma süresi eklenip daha erken emekli olmaları sağlanırken bu hak yalnızca röntgen, radyum ve benzeri iyonizan radyasyon laboratuvarlarında çalışan hekimlere tanınıyor. Herhalde hekimlerin en az yukarıda sayılan meslek grupları kadar yıpratıcı ve riskli bir iş yaptıkları düşünülmüyor. Yoksa hekimler sevilmiyorlar mı?
Bu yazıdaki sorunun yanıtını değerli okuyucuların vicdanlarına bırakıyorum…
Kaynak
1-Medimagazin, sayı: 516, 10 Ocak 2011, sayfa 19.