Sağlık Bakanlığı geçtiğimiz günlerde bir açıklama yaparak ülkemizde sezaryen oranlarının yüzde 45.4’e yükseldiğini bildirdi. Bu oran, Birleşmiş Milletler verilerine göre dünyadaki en yüksek sezaryenle doğum oranıdır. Ülkemizi yüzde 41.9 ile Dominik Cumhuriyeti, yüzde 41.3 ile Brezilya ve yüzde 40,5 ile Çin takip etmektedir. Bu konuda pek çok şey söylendi, yazıldı, çizildi. Bakanlık, meslek kuruluşları ve jinekologlar olayın farklı boyutlarına değindiler. Jinekologlara “Normal Doğum Eğitimi” rotasyonları kondu. Ben, bunlara girmeyeceğim. Ancak 30 yılı aşmış hekimlik tecrübemle olaya başka bir açıdan bakacağım.
Hepimizin, ister asistan hekim isterse de bölüm başkanı hoca olalım, izlediği pek çok “özel” gebesi var. Aktif olarak obstetrik ile uğraşan meslektaşlarımızın, senenin 365 gününe yayılmış doğum bekleyen pek çok hastası var. Hemen her gece bu hastaların birkaçı bizleri arayarak bazı yakınmalarını iletip, telefonla danışma hizmeti alırlar. Ay içinde pek çok geceler, sıcak yatağımızdan kalkıp doğuma gideriz. Hatta çoğu zaman günü hastanede ağartıp, göreve devam ederiz. Çünkü hastamıza “doğumuna gelme” sözü vermişizdir. Sabahın ilk ışıkları ile birlikte, gece izlediğiniz hastanızı sağlıklı bir şekilde doğurtmanın hazzı hiçbir şeyle değişilmez. Ancak bir hekim böyle bir tempoya ne kadar dayanabilir?
Bize gebelik takibi için gelen her hastamıza cep telefonu numaramızı veriyoruz ki acil bir durumda (kanama, su kesesinin açılması vs.) bize ulaşabilsin. Ancak “acil” kavramı her birey için çok farklı. Pek çok hasta ve eşleri size günün ve gecenin hemen her saatinde ulaşıp, gerekli gereksiz sorularıyla tüm özel hayatınızı altüst edebiliyorlar. Hatta sizden muayene randevusu almak için, sekreterlerinizi değil, sizi cep telefonunuzdan arıyorlar. Geçenlerde bir gece saat 03.00’te cep telefonumun sesiyle yataktan fırladım. Arayan bir hastamdı ve “Doktor Bey, başım ağrıyor, siz bana gebeliğimin başında parasetamol alabileceğimi söylemiştiniz. Bunu teyit etmek için arıyorum sizi” dedi. İşte günümüz iletişim teknolojisinin bizi getirdiği nokta bu.
Peki, gelinen bu noktada hem gebelerimize optimal sağlık hizmeti vermek hem de kendi akıl ve beden sağlığımızı korumak mümkün mü? Bu noktada bir önerim var. Pek çoğumuz, bir klinikte ya da hastanede pek çok meslektaşımızla birlikte çalışıyoruz. Ancak hasta takiplerini her doktor ayrı ayrı yapıyor. İşte, bir gebe kliniğimize müracaat edip, ben bu klinikte ve sizinle doğum yapmak istiyorum, dediğinde, bu öneriyi memnuniyetle kabul edeceğiz. Ancak hemen ardından gebemize klinikteki diğer doktor arkadaşlarımızı da tanıtacağız. Hatta gebelik muayenelerinin birkaçını değişik doktorların yapmasını sağlayacağız. Böylece hasta, kendini sadece o doktorun değil, o kliniğin takipli bir gebesi olarak görecektir. Eğer gebeniz doğuma gündüz saatlerinde, ya da sizin gece nöbetinizde gelirse, ne alâ, doğumunu siz yaparsınız. Ama eğer sizin evde olduğunuz bir gece gelirse o zaman da önceden tanıdığı bir ekip arkadaşınız doğumu yapacaktır. Bu gerçeği baştan çok iyi anlatır ve sistemi de bu şekilde kurarsanız, inanın hemen tüm hastalar bunu kabullenecektir.
Bu durum elektif sezaryen oranlarını da oldukça önemli oranda düşürecektir.