Yükseköğretim kurumlarımız ve idarecileri kamuoyunda sürekli tartışma konusu olmaktadır. Yükseköğretim kurumlarımızda eğitim ve öğretimin seviyesi sürekli düştüğünden, üniversitelerimizin uluslararası alanda dikkat çekecek bir seviyeye sahip olmadığından yakınılıyor ve giderek “liseleştiği” belirtiliyor yaygın olarak. Rektörler bağlamında yapılan bazı tartışmalar, aslında genel olarak üniversitelerde istihdam edilen akademisyenlerin atıf ve yayın sayısı bakımından çok yetersiz olduklarına dair gözlemler ve şikâyetler dile getirilmektedir. Bir süre önce rektörler bağlamında açıkça dile getirilen bu durumun yukarıdan aşağı neredeyse tüm idareciler için geçerli olup olmadığını sorgulamak yanlış olmayacaktır. Genel olarak, kamuoyunda uzun zamandan beri üniversitelerimizin bilgi üretmediği, bilim yapmadığı ve yaymadığı, üniversitelerimizin birçokları için bir rant veya getirim kapısına, mevki ve statü elde etmek için atlama tahtasına dönüştüğüne dair gözlemler yaygınlaşmaktadır. İdarecilerin bulundukları mevkilerde tarafsız ve adil bir şekilde idare etmek yerine yetkilerini paternalist-otoriter, hatta birçok idarecinin kendi kişisel kariyer, mevki ve kazanç hesapları için mevkilerini despotça kullanıldıkları yönünde şikâyetler gittikçe daha çok duyulmaktadır. Bunun yapısal ve sistematik bir nedeni olmalıdır.
Diğer taraftan, üniversitelerimizde gittikçe artan farklı mobbing uygulamalarının olduğuna dair yaygın şikâyetler bulunmaktadır. Bunlar sıklıkla basına da yansımaktadır. Öyle ki, mobbingin intiharlara ve hatta cinayetlere sebep olduğu konusunda kamuoyunda yaygın bir kanı oluşmuştur. Durum çok vahim ve acildir. Zira mobbinge maruz kalanların bazen cinayet girişimlerinde bulundukları ileri sürülmektedir. Fakat daha sık olarak kendilerini terk edilmiş ve bir “devasa yapı” karşısında çaresiz hissettikleri için intihar girişiminde bulundukları, kurbanların bıraktıkları mektuplardan açıkça görülmektedir.
Bu durum, toplum çapında ciddi bir tartışma ve yeni bir bilinçlilik ve duyarlılık halinin yaratılmasını şart koşmaktadır. Bu amaçla konuya dair ne kadar çok yazılırsa, konu hem empirik hem kuramsal, hem nicel hem de nitel bakımdan ne kadar çok araştırılırsa o kadar iyi olacaktır. Bu kısa yazının amacı, aşağıda dikkat çektiğim araştırmanın bazı sonuçlarını genelleştirip ülkemizdeki akademik yaşamın durumuna ve akademiyanın haline dair bazı ilkesel tespitlerde bulunmaktadır.
Mobbing: Sorunun anlamı ve çerçevesi
Memurlar.net’te 12 Nisan 2005 tarihinde Mehmet Çakırcalı’nın kaleme aldığı konuya dair bir yazısı “Üniversitelerde Psikolojik Terör” başlığı altında yayınlanmıştır.[1] Yazıda, mobbingin “Son yıllarda, özellikle gelişmiş ülkelerde ve ülkemizde çok yaygınlaşan bir olgu” olduğuna dikkat çekilmiştir.[2] Sadece 11 yıl sonra, “Adım Üniversiteleri Konsorsiyumu”nda yer alan 10 devlet üniversitesinde yapılan bir araştırmada akademisyenlerin %70’e yakınının sistematik olarak mobbinge maruz kaldığı ortaya çıkmıştır. Erzincan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi’nde Mehmed Zahid Çögenli ve Tuncer Asunakutlu imzasıyla yayınlanan araştırmada, “akademisyenlerin karşılaştıkları mobbing” davranışları incelenmiştir.[3] Araştırma sonuçlarına göre, araştırmaya katılan akademisyenlerin %66,8’i, yani 267 kişi akademik kariyerlerinde mobbing’e maruz kaldığını belirtmiştir. Gerçek oranın çok daha yüksek olduğunu tahmin etmek zor değildir. Dolayısıyla mobbing artık “normalleşmiştir” demek yanlış olmayacaktır.
Fakat mobbingin yaygınlık kazanması nedeniyle normalleşmesi, onun “sıradanlaşması” anlamına gelmemektedir. Hannah Arendt, yaygınlaşmayı “sıradanlaşma” olarak tanımlamıştır. Sıradanlaşma kavramı “basitlik” kavramını içerir. Normalleşme ise yalnızca yaygın olanın “norm”, yani pratik hayatta genel geçer olduğunu dile getirir, basitleştiğini değil. Immanuel Kant her türlü kötülüğü yaygınlığına bakmadan “radikal” olarak tanımlamıştır haklı olarak. Bir kötülük türü olarak mobbing ne kadar yaygın, hatta alışılmış olursa olsun, bir cinayet planlaması ve uygulaması olduğu için “radikal kötü”dür ilkesel olarak kalacaktır. Zira kimin nerede ve ne zaman, kimin mobbingine maruz kaldığı genellikle tüm idareciler tarafından çok iyi bir şekilde bilinmektedir; fakat göz yumulmaktadır, engellenmemektedir. Zira çoğunlukla idareciler, mobbingi engellemek şöyle dursun, uygulanan mobbingin genellikle aktif bir parçası, planlayıcısı ve aktif uygulayıcısı durumundadırlar.
Sadece kendi kişisel kariyer, mevki, ün ve unvan kaygısıyla uyguladıkları mobbingi, eş deyişle psikolojik terörü haklı göstermek için sıkça uydurma gerekçelerle soruşturmalar açılmaktadır, suç uydurulmaktadır ve dolaplar kurulup iftiralar çalınmaktadır. İdarecisi oldukları personeli oyuna getirip provoke ederek, gerekirse tuzak kurarak yasaya ve yönetmeliğe karşı suça teşvik etmektedirler. Sistem sistematik olarak mobbing üretmektedir. Sistemin idarecileri sistemin içinde “büyüdükleri” için “yakalanmadan” mobbing uygulama, yani eş deyişle “temiz cinayet” planlama ve gerçekleştirme konusunda ustalaşmışlardır. Sistemin kendisi bir bütün olarak sürekli mobbing ürettiği için, gerekli hukuki yardımı sunacak danışman hukukçularını da beraber üretmektedir. Mobbing, yani “temiz cinayet” uygulaması bugün artık her bakımdan kurumlaşmıştır, sistematik olarak uygulanan bir hal almıştır. Bu nedenle insan yaşamı, hiyerarşinin değişik kademelerinde bulunan idareciler arasında çıkar ve pazarlık konusu yapılmaktadır. Söz konusu işbirliği kurumlar arasında, hatta ülke çapında organize bir şekilde gerçekleşmektedir. Elbette, daha nadir olarak görünmekle birlikte mobbing bazı idarecileri yerinden etmek için astların üstlerine karşı örgütlü uygulaması şeklinde aşağıdan yukarı da mümkündür ve uygulandığına tanık olunmaktadır.
Mobbing kavramının kökenine ve anlamına dair
Mobbing kavramı, Latince kökenli “mobile vulgus” sözcüklerinden gelmektedir. Hareketli insanlar, şiddet eğilimli kalabalık topluluk anlamlarını taşımaktadır. “Mob” teriminin Latincede “çete”, İngilizcede ise “topluca saldırmak”, “rahatsız etmek”, “bayağı kalabalık” anlamlarına gelmektedir.[4]
Türk Dil Kurumu, mobbing sözcüğünü Türkçede “bezdiri” kelimesi ile karşılamayı uygun görmüştür. Söz konusu olan bezdiri; iş yerlerinde, okullarda vb. topluluklar içinde belirli bir kişiyi hedef alıp, çalışmalarını sistemli bir biçimde engelleyip huzursuz olmasına yol açarak yıldırma, dışlama, gözden düşürmeyi amaç edinmektedir. Özetleyecek olursak, “Mobbing duygusal bir saldırıdır. Yaş, ırk, cinsiyet ayrımı gözetmeden, taciz, rahatsız etme ve kötü davranış yoluyla herhangi bir kişiye yönelen saldırganlıktır. Kişiyi iş yaşamından dışlamak amacıyla kasıtlı olarak yapılır. Kişinin saygısız ve zararlı bir davranışın hedefi olmasıyla başlar. İşveren ima ve alayla, karşısındakinin toplumsal itibarını düşürmeye yönelik saldırgan bir ortam yaratarak kişiyi işten ayrılmaya zorlar.”[5] Böylece iş yerlerinde mobbing uygulamasının asıl amacı gerçekleşmiş olur.
Kişiyi idari organizasyondan, iş yaşamından, giderek tüm sosyal çevreden dışlamak amacıyla uygulanan mobbingi, psikolojik terörü, duygusal şiddeti, tacizi haklı göstermek için mağdur, uydurma hikâyelerle ve yanlış söylemlerle her türlü kötülüğün sebebi olarak gösterilmeye çalışılır. Mobbing uygulayanlar, uyguladıkları bezdirme, bıktırma ve yıldırma politikasını gizlemek, kamuoyunun algısını yanıltmak için Goebbelsçi, faili mağdur gösterme taktiğini uygulayarak kendilerini mağdur ve asıl mağduru mobbingçi fail olarak göstermeye bile kalkarlar. Uygulanan mobbing belli bir safhadan sonra sistematik bir düzene ve kurumsal yapıya bürünür. Mobbingçiler, uyguladıkları mobbingi gizlemek ve eğer gizleyemezlerse kamuoyunda haklı göstermek için planladıkları mobbing uygulamasını “halkla ilişkiler” yanıyla beraber düşünürler. Akademik kariyer yapmak, hak edilen unvanı almak, sorumluluk üstlenmek, bir mevki elde etmek sıkça mobingçilere karşı sadakati, gerekirse onların “tetikçisi” olabileceklerini kanıtlamaktan geçmektedir. Mağdura saldırmak idareciler tarafından ödüllendirildiği için, öğretim programlarına girmeye çalışan ve akademik mevki elde etmek isteyen herkes için öncelikli “saldırı hedefi” haline gelir. Bu nedenle kariyer, mevki, unvan beklentisi içinde olan “işbirlikçiler” gönüllü olarak kamuoyunda mağdura karşı karalama kampanyası yürütür; toplumda önemli kilit noktalarda bulunan kişilere ulaşacak kanallar üzerinden mağdur hakkında yalan yanlış “bilgi” yayılır. Böylece mağdura karşı canice uygulamalarında rahat davranabilirler. Mağdurun kamuoyunda etkinlik alanını daraltmak için kendisiyle ilişkilenen herkes telefonlarla aranır veya mesajlarla mağdur hakkında yalan yanlış bilgiler yayılır, böylece o yalnızlaştırılmaya çalışılır. Mağdura karşı uygulanan psikolojik terör karşısında bir yandan kamuoyu böylelikle ilgisizleştirilip atıllaştırılırken, diğer yandan bu yolla söz konusu mobbing uygulaması hakkında haber, gerekirse tüm topluma yayılarak kendiliğinden işleyen kitlesel sanal veya gerçek bir linç mekanizmasına dönüştürülebilir. Mobbing uzmanı Kanadalı sosyolog Kenneth Westhues, kamuoyunun, yayılan dezenformasyon nedeniyle mağdurun acıklı “kaderi” karşısında ilgisizleşip atıllaşmasını Almanca “Todschweigen” (sessizlik yoluyla öldürme) sözcüğüyle betimliyor. Sosyolog Orlando Patterson ise “linç etmeyi yamyamca bir kan ritüeli” olarak analiz etmektedir.[6]
Fakat mobbing kendisini yalnızca işyerlerinde göstermez. Mahallede, kentte, hatta tüm ülke çapında yaşamın her alanında hâkimiyet kurmuş, tekel oluşturmuş kişi ve gruplar tarafından da yeni ve farklı olanlara karşı da itibarsızlaştırmayı amaçlayan dedikodu yayarak, iftira atarak ve kara çalarak uygulanmaktadır.
Mobbing kısa erimli olarak insanların ayağını kaydırmayı amaçlamaktadır
Çakırcalı’ya göre, duygusal ve psikolojik şiddet olan mobbing sıkça insanları işinden, aşından ve ekmeğinden etmeyi amaçlamaktadır. Şöyle diyor Çakırcalı: “…mobbinge maruz kalan, sonrasında disiplin cezası verilen ve sözleşmenin bitimine doğru disiplin cezası gerekçe gösterilerek sözleşmesi sona erdirilen personelin yaşadıkları…”.[7] Çakırcalı’nın bu açıklamasına göre mobbing ilkesel olarak örgütlü bir eylemdir. Bugün gözlemlediğimiz mobbing uygulamalarında kavramın Latince orijinal anlamının muhafaza edildiğini göstermektedir. Fakat bu durum artık doçentleri ve profesörleri de kapsamaktadır ve çıkar birliği oluşturan ve alanın en vasatları tarafından alanının iyilerine, hatta en iyilerine karşı uygulanmaktadır. Bu bakımdan, mobbing için kelimenin gerçek anlamında “kötülüğün örgütlenmiş bir halidir”[8] denebilir. Örgütlü kötülük, “istenmeyen” kişilerin veya Latince tabirle person non grata ilan edilenlerin, örneğin akademide doçentlik için ciddi adımlar atmasıyla, profesörlük kadrosuna atanması yaklaşanlar, sözüm ona “fazla öne çıkanlar” engellenmek için canice uygulanır. Bunu yapanlar az çok belirli-belirsiz bir şekilde bencilce tanımlanmış “ortak çıkar” etrafında veya “ortak düşmana karşı” örgütlüdürler genellikle.
Mobbing uygulayanlar ahlaksızdır
Mehmet Zahid Çögenli, mobbingi bir “meslek hastalığı” olarak tanımlamaktadır. Bu elbette çok yerinde bir gözlemdir. Tabii, bu durumda, mobbingi uygulayanların da günlük dilimizde yaygın olan bir tabirle ifade edecek olursak “hasta ruhlu” insanlar olduğundan hareket etmek gerekecektir. Zira, soğukkanlı bir şekilde “temiz cinayet” planı yapabiliyor olmak, tutarlı bir şekilde akıl yürütebiliyor olmak, düşünme tarzının kendisinin otomatikman sağlıklı ve akıllı bir düşünme tarzı olduğu anlamına gelmemektedir. En büyük caniler de tüm katliam planlarını en ince ayrıntısına kadar kurnazca planlar ve herkesi hayrete düşürecek kadar şeytanca bir kurnazlıkla uygularlar. Düşünme tarzını ve akıl yürütme biçimini sağlıklı yapan, onun içinde ahlakın, iyiliğin, güzelliğin, yardımseverliğin, dayanışmanın, kısacası insancıl veya diğer bir tabirle hümanist olanın, vicdanın olmasıdır. Diğerinin iyiliğini amaçlamayan, diğerini özgürleştirmeyi zorunlu bir erek olarak belirlemeyen düşünme tarzı sağlıklı düşünme tarzı olamaz. Bu nedenle, Çögenli’nin mobbingi bir “hastalık” olarak tanımlaması çok yerindedir ve doğrudur. Fakat yalnızca bir meslek hastalığı değildir mobbing. Tersine, artık çoktan yaşamımızın her alanına derinlemesine nüfuz etmiş ve bu nedenle bulaşıcı toplumsal bir hastalığa dönüşmüştür.
Çögenli, mobbingin “bir veya birkaç kişi tarafından diğer kişi veya kişileri iş ortamlarından uzaklaştırmak, onları itibarsızlaştırmak ve hatta işten ayrılmalarına neden olmak için” uygulandığına dikkat çekiyor. Kanadalı mobbing araştırmacısı Kenneth Westhues, “The Unkindly Art of Mobbing” başlıklı makalesinde akademiyadaki mobbingi betimlerken ilginç bir ayrıma dikkat çekiyor. Diğer canlılarda mobbing genellikle şiddet içermektedir. İnsanlar arasında gözlenen mobbing uygulamalarında da şiddet, yaygın olarak başvurulan araçlardan birisidir. Fakat akademisyenler mağdurlarını “yumruklayarak” yere sermeyi sıkıcı bir oyun olarak görürler. Onlar daha ayrıntılı düşünülüp planlanmış (sophisticated) kurnazca yok etme stratejilerinden daha çok zevk alırlar. Böylece kendilerine ve başkalarına ne kadar zeki olduklarını kanıtladıklarını sanırlar. Şöyle diyor Westhues: “Daha zeki ve etkili strateji, (mağdurdan -DG) kaçınarak, dedikodu, alay etme / dalga geçme yoluyla, bürokratik zorluklar çıkararak ve hak ettiği ödülleri vermeyerek mağduru duygusal olarak yıpratmaktır.”[9] İşte ben bunu “temiz cinayet” olarak kavramlaştırıyorum. İnsan yavaş yavaş duygusal olarak çökertilir, duygu dünyası artık kendisini taşıyamaz hale gelir ve mağdur yaşamına yaşanmaz olduğu için ya son verir ya da yaşamı başka bir biçimde son bulur. Fakat bu cinayetin katili bilinmez ve aranmaz, bilinse ve aransa da kanıtlanamaz ve bulunamaz.
Mağduru yok etmek için çekinmeden başvurulan yöntem itibarsızlaştırmadır. İtibar, insanın toplumdaki ahlaki statüsü ile ilgili bir kavramdır. İtibar sahibi olan bir insan toplumda saygı gören, güvenilen, değer verilen bir insandır. Bu bakımdan mobbing, insanın duygu dünyasını parçalayıp psikolojik olarak yıkmayı amaçlarken aynı zamanda ahlaken de çökermeyi amaçlamaktadır. Zira mobbingçilerin giriştiği itibarsızlaştırma eylemi insanın toplum nezdinde güvenilirliğini ve saygısını yok ederek değersizleştirmeyi amaçlamaktadır. İtibarsızlaştırmanın tam olarak ne anlama geldiğini plastik bir şekilde göstermek için sözcüğün Almanca karşılığına dikkat çekmek istiyorum. Almancada itibarsızlaştırma eylemi “Rufmord” sözcüğüyle karşılanmaktadır. Rufmord sözcüğü “itibar” ve cinayet” anlamına gelen “Ruf” ve “Mord” sözcüklerinden oluşmaktadır. Buna göre itibarsızlaştırma itibar cinayeti anlamına gelmektedir -ki mağduru ahlaki bakımdan yıkmayı amaçlayan mobbingin amaçladığı da tam budur: İnsanı itibar bakımından öldürmek. Çögenli’ye göre, bu yapılırken “ahlak dışı yöntemler” uygulanmaktadır. Bu nedenle mobbingin “sistemli, bilinçli ve sürekliliği olan kötü”[10] bir davranış tarzı olarak tanımlamak en doğrusu olacaktır. Burada “ahlak dışı” kavramıyla kastedilen, bilerek ve isteyerek masum birisine planlı kötülük yapmaktır. Öyleyse mobbing, kötü zihniyetli ahlaksız kişiler tarafından insanları “iş ortamlarından uzaklaştırmak”, dedikodu üreterek, gerekirse iftira atarak, kara çalarak, komplolar kurarak, asılsız suçlamalarla soruşturmalar açtırarak “itibarsızlaştırmak”, “işten ayrılmalarına neden olmak” için canice uygulanan örgütlü bir plan ve faaliyettir. Çögenli ve Asunakutlu bu konuda uluslararası kaynakları özetlerken şu cümleye yer vermektedir: “İş yerinde hedef aldığı kişi veya kişilere karşı onları sindirmek, uzaklaştırmak ve itibarsızlaştırmak için kötü ve ahlak dışı davranışlarda bulunan kişiler ‘Mobbingçi’ olarak tanımlanmaktadır.” Öyleyse mobbingçiler “kötü ve ahlak dışı davranışlarda bulunan kişiler”dir.[11] Bu nedenle, mobbingçiler son derece “bilgili” olsalar da, onlar için bilgiyi kötüye kullanıyor olmaları nedeniyle “şarlatan”, aklı kötüye kullanıyor olmalarından dolayı zeki değil, “kurnaz”, empati yetisi güçlü olsa da mobbingçilerin bu yetilerini zarif, insancıl duygudaşlık oluşturmak için değil, canice insan yaşamına saldırmak için kullandığı için soğukkanlı veya duygusuz “vahşi” demek yerinde olacaktır.
Mobbing uygulayanların mağdurları kimlerdir?
Mobbing bir cinayet planıdır ve “yüksek duygusal zekâya” sahip insanları hedef almaktadır. Çögenli ve Asunakutlu, mobbing kavramının hangi bağlamlarda ve hangi amaçla kullanıldığını açıklarken ve uluslararası araştırmaların sonucunu da bildirirken araştırmalarında şu ifadelere yer vermektedirler: “…kurbanlarını soyutlayan, ümitsizliğe düşüren ve hatta onları intihara kadar götürebilen davranışların önemini ortaya koymak adına ‘mobbing’ kavramı kullanılmıştır.”[12] Söz konusu olan mobbing uygulamasının ahlakın, bilim etiğinin, insan değerinin en yüksek olması gereken sözümona akademiyada uygulandığını hatırlamalıyız. Ama yukarıda dikkat çektiğim gibi mobbingciler “ahlaksız” ve “kötü” zihniyetli insanlar olarak tanımlanmaktadır. Buna karşın mobbing uygulamasının kurbanları için ise Westhues’un konuya dair eşsiz eserine de işaret ederek şunlar söylenmektedir: “Kendi kendini yönetebilen, siyasi bir bağlılığı bulunmayan, başkaları tarafından idare edilmekten hoşlanmayan, becerikli, çalışkan ve genel itibarı ile güvenilir kişilerin hedefi”[13] olmaktadır. Çögenli ve Asunakutlu devam ediyor: “yüksek boyutlarda duygusal zekâya sahip, hareketlerini gözden geçiren, göz önünde ve esnek bireyler mobbing mağduru olabilmektedir.”[14]
Şimdi mobbing mağdurlarının özelliklerine yakından bakalım. Ne deniyor mağdurlar için? Mobbing mağdurları “başkaları tarafından idare edilmekten hoşlanmayan”, “kendi kendini yönetebilen”, “becerikli” insanlardır. Bu ne anlama gelmektedir? Mobbing mağdurları kendi başına düşünebilen ve davranabilen basiret sahibi insanlardır. Mobbing uygulamasına maruz kalanlar “çalışkan ve genel itibarı ile güvenilir” insanlardır. Mobbing mağduru olanlar üretken insanlardır, yani akademiyada bir erdem olarak ifade edilen davranış tarzıyla ifade edecek olursak “işinde gücünde” olan insanlardır. Kendi “hareketlerini gözden geçiren”, diğer bir deyişle öz-eleştirel olma gücünü gösteren ve “yüksek boyutlarda duygusal zekâya sahip”, yani insanlarla sempati ilkesine dayalı duygudaş ilişkiler geliştirebilen esnek veya dinamik insanlardır. Mobbingçilerin mağdurlarına dair bu saydıklarımız bile tek başına onların örgütlenmiş radikal kötüler olduğunu göstermeye yetmektedir.
Mobbinge sebep olan nedir?
Çögenli ve Asunakutlu’ya göre, mobbingin en önemli nedeni “kötü yönetim”dir. Üniversite gibi kurumlarda “yöneticilerin yetersiz ve liyakate dayalı olmayan bir sistemle seçilmesi”, doğal olarak “iletişim sorunları”nın yanı sıra, “katı hiyerarşik” ve despotik bir düzenin oluşmasına sebep olmaktadır. Bu katı hiyerarşik sistem, doğal olarak rekabet yüklü ortamlarda idarecilerin bir dediğini iki etmeyen sistemin “imtiyazlılarını” ve işleyişi liyakate dayalı demokrasi, özgürlük ve etik ilkeler çerçevesinde gerçekleştirmeye çalışan “imtiyazsızlarını”, yani “akademik dünyanın proleterlerini” de yaratmaktadır. Bu nedenle rekabetin nereden kaynaklandığını görmek için toplumsal öğütlenme ve üretme tarzı bağlamında özel bir araştırma konusu yapmak gerekmektedir. Üniversitelerimizde değişik seviyelerde idareci olup da tek bir defa bile yurtdışına çıkmamış idarecilerin olduğu bilinmektedir. Hiçbir şekilde uluslararası deneyimleri olmayan idareciler, söz sahibi oldukları üniversiteleri uluslararası alanda itibar sahibi olan üniversitelere dönüştürmeleri mümkün gözükmemektedir. Bir defa bile yurtdışında akademik ortamlarda bulunmamış idareciler üniversitelerimizi birer evrensel kuruma nasıl dönüştürebilir? Üniversitelerimizi evrensel kıstas ve kriterlere göre nasıl yönetebilir? Onların karşılaştırma dağarcığı ancak ülkemizde, kendileri de sorunlu olan birkaç üniversiteden ibaret olabilir. Ama bunların amacı zaten dünya çapında etkili üniversiteler yaratmak değildir. Amaç, kendi çevrelerinde olan ve az çok örgütlü davranan kişilere nüfuz alanı yaratmaktır. Düzenledikleri etkinliklere birbirlerini çağırarak birbirlerine etkinlik alanı ve olanağı yarattıkları örneklerinde olduğu gibi.
Doğru dürüst uluslararası bilimsel yayın üretmemiş, doğru dürüst ulusal veya uluslararası atıflar almayan idareciler bilimsel ve felsefi çalışmaları uluslararası çapta en üst seviyelerde nasıl teşvik edebilir, nasıl destekleyebilir? Mobbingçi sistem ancak vasatları yaratır ve vasatları yüceltir. Yüksek duygusal zekâya sahip olanlar kendilerini mevki, statü, paraya ve pula ve anlamsız geçerliliğini çoktan yitirmiş ideolojilere adamak yerine bilime ve felsefeye adayanlar bu dünyaları dar vasat idarecilerin sonunda kurbanı olmaktadırlar.
Sonuç olarak ne söylenebilir?
Bilim nedir? Ünlü Alman filozofu Kant’a göre bilim, “örgütlü bilgi” demektir. Bilgi nedir? Bilgi gerçeğin kavramıdır, olan, oluşsan, olmuş olan, var olan bir şey ne ise onun olduğu gibi olmasının bilgisidir. Gerçeğin bilgisi insana doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırt etme kapasitesi kazandırdığı için, insana ilkesel olarak doğru olanı yaptığı oranda ahlaklı olma olanağını da sunar. İnsan gerçek bilginin ışığında doğru davranabildiği oranda özgür olur. Örgütlülük bilginin ancak sistematik, düzenli ve tutarlı olmasıyla olabilecek bir özelliktir. Bilginin örgütlülüğü, üniversite denilen kurumun bir bütün olarak varlık nedenidir. Tüm bölümler, fakülteler, enstitüler, yüksekokullar, araştırma merkezleri teker teker kendi alanında bilgi üretir. Tüm bu kendi alanında bilgi üreten kurumların birliğini sağlayan üniversitedir. Üniversite üretilen bilginin bütünlüğünü ve iç-uyumluluğunu sağlamak için ortaklaştıran kurumdur. Fakat yukarıda sergilediğim gibi, üniversiteler artık bilgi ve bilim yerine birçok bakımdan sistematik mobbing yani liyakatsizlik ve ahlaksızlık üreten kurumlara dönüşmüştür. Bu durum üniversitelerin işlevinin tersine döndüğünü göstermektedir. Genel olarak söyleyecek olursak; üniversiteler artık bilgi üretememektedir, bilim yapamamaktadır, ilgi üretmenin ve bilim yapmanın amacı olan ahlaklılığı tesis edememekte ve dolayısıyla toplumu aydınlatıp özgürlüğü sağlayacak kurum olmaktan uzaklaşmıştır. Kurumlaşan sistematik mobbing uygulaması sonucu gelinen durum budur. Üniversitelerin, bu haliyle varlık nedeni ağır yara almıştır. Öyleyse, yeni bir “universitas”, eş deyişle bilgide ve değerlerde yeni bir bütünlük anlayışıyla birlikte bir bütün olarak yeniden doğuşun da zamanı gelmiştir.
KAYNAKLAR
[1] Bkz.: https://www.memurlar.net/haber/19584/.
[2] Bkz.: https://www.memurlar.net/haber/19636/universitelerde-psikolojik-teror-mobbing-2.html.
[3] Bkz.: Çögenli, M. Z. ve Asunakutlu, T., Erzincan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (ERZSOSDE) IX-I: 17-32 (2016).
[4] Bkz.: Wikipedia: https://tr.wikipedia.org/wiki/Mobbing (erişim 15.02.2020).
[5] Bkz.: Wikipedia: https://tr.wikipedia.org/wiki/Mobbing (erişim 15.02.2020).
[6] Bkz.: Aktaran Kenneth Westhues: http://www.kwesthues.com/unkindlyart.htm (erişim: 27.09.2020; vurgu bana aittir).
[7] https://www.memurlar.net/haber/19636/universitelerde-psikolojik-teror-mobbing-2.html (erişim 15.02.2020).
[8] “Örgütlü kötülük” kavramını Dr. Oktay Gökdemir’in son zamanlarda sosyal medyada yayınladığı yazılarından aldım.
[9] Bkz.: Westhues, http://www.kwesthues.com/unkindlyart.htm (erişim 27.09.2020).
[10] Çögenli, Mehmet Zahid, Bir Meslek Hastalığı: Mobbing ve Akademi, Eğitim Yayınevi, Konya, 2018, s. 17.
[11] Çögenli ve Asunakutlu, age., s. 18.
[12] Çögenli ve Asunakutlu, age., s. 18.
[13] Çögenli ve Asunakutlu, age., s. 19.
[14] Çögenli ve Asunakutlu, age., s. 19.
1 yorum
Muhteşem bir makale; gönülden tebrik ederim. Saygılarımla…