Bu ayki yazımda da, kamuoyunda bir süredir tartışılan Yükseköğretim Yasa Taslağı’nın bazı maddeleri ile ilgili kişisel görüşlerimi belirtmek istiyorum. Taslak’ta yer alan ve öğretim elemanlarını ilgilendiren ve önemli olarak gördüğüm bazı noktalara kısaca değinmek istiyorum.
Devlet yükseköğretim kurumlarındaki tüm öğretim elemanı kadro atama ilanlarının Yükseköğretim Kurulunun internet sayfasından yapılması ve ilanlarda bir kişiyi tanımlar şekilde şartların olmamasının sağlanması olumlu gelişmeler olarak adlandırılabilir. “Yıllardır neden bu yapılmıyor?” sorusu akıllarda yer etmekle birlikte herkesin izleyemediği gazete sayfalarında, değişik akademik ya da akademik olmayan ön koşullar içeren, tam anlamıyla istenilen kişiye özgü, ancak kamu yararına bir ölçüde aykırı olan akademik kadro ilanlarının önüne bir ölçüde geçilmiş olunabilecektir. Ancak birden fazla adayın başvurduğu akademik kadrolara, somut ölçütlere göre akademik olarak daha iyi olanın atanması konusunda net ifadeler kullanılmasında büyük fayda görüyorum.
Yardımcı doçent kadrosunun kalıcı ve süresiz olduğu görülmektedir. Doçentlik sınavı ve profesör atamalarında bazı küçük değişiklikler göze çarpmaktadır. Doçentlik sınavına başvurabilmek için doktora ya da tıpta uzmanlık sonrası en az beş yıl geçmesi öngörülmektedir. Bu süre ön koşulu, doçentlik öncesinde belli bir deneyim kazanılması açısından faydalı olabilir. Profesörlük içinse, doçentlik sonrası en az üç yılı yükseköğretim kurumlarında olmak üzere en az beş yıl ilgili bilim dalında çalışmak şartı getirilmektedir. Bu en az üç yıl yükseköğretim kurumlarında çalışma ön koşulu, sürenin uzunluğu ya da kısalığı açısından tartışmaya açılabilir, ancak yıllardır süregelen bir yükseköğretim kurumunda bir öğrenciyle bile karşılaşmadan, öğrencilere tek bir ders anlatmadan akademik olarak en yüksek unvana ulaşmanın bir ölçüde önünün kesilmesi son derece doğru bir adımdır. Bununla birlikte, yan yolları tümüyle kapatmak amacıyla bu fıkranın “yükseköğretim kurumunda doçentlik sonrası tüm geçici görevlendirmeler ve raporlar dışında fiilen en az … yıl çalışılması” şeklinde düzenlenmesi yerinde olacaktır. Yükseköğretim kurumlarında önceden belli bir süre çalışma ön koşulu doçentlik sınavlarına başvuru için de düşünülebilir. Bir yükseköğretim kurumunda boş bulunan profesör kadrosuna profesör unvanlı tek aday başvurmuşsa, ataması doğrudan rektör onayı ile yapılabilecektir. Bu zaten profesörlük yükseltilmesi için dosyası önceden incelenmiş bir adayla ilgili gereksiz yazışmaları ortadan kaldıracaktır. Tüm bunların yanında profesör, doçent ve yardımcı doçent atama ve yükseltme jürilerinde görevlendirilecek jüri üyeleri için de asgari şartların tanımlanmasında (örneğin; jüri üyelerinin görevlendirildikleri jüri görevi ile ilgili adaylardan istenen asgari ölçütleri yerine getirmesi gibi) yarar vardır. Araştırma görevlisi kadrosunda çalışma süresi 10 yıl ile sınırlandırılmaktadır ve bunun makul bir süre olduğunu düşünmekteyim.
Öğretim elemanları kadrolu ya da sözleşmeli olarak çalışabileceklerdir. Taslak’ta kadrolu öğretim elemanlarının akademik çalışma koşulları belirlenmişken, sözleşmeli öğretim elemanlarının çalışma şartları net olarak belirlenmemiştir.
Akademik unvanların korunması ile ilgili yıllardır var olan, ancak pratikte hiçbir yaptırımı olmayan bir maddenin yeniden yazılmasından öte bir durum yoktur. Taslak’ta tüm akademik unvanların yükseköğretim kurumlarında fiilen iki yıl çalışılmadığı takdirde yükseköğretim kurumları dışındaki çalışmalarda kullanılamayacağı hükmü yer alsa da, yıllardır var olan bu yasal düzenlemenin varlığında bile yükseköğretim kurumları dışındaki akademik unvanların yasaya uygun olmayan bir biçimde kullanımı gerçeği ortadadır.
Yükseköğretim kurumlarından disiplin suçu ya da mahkeme kararları dışında çeşitli nedenlerle ayrılan öğretim üyelerinin yeniden bu kurumlarına kadro şartı aranmaksızın dönmesi 2547 sayılı Yasa’da olduğu gibi, ancak daha kesin vurgular yapılarak yeniden sağlanmaktadır. Bu doğru bir uygulamadır.
2547 sayılı Yasa’da var olan öğretim elemanları ve öğrencilerin siyasi partilere üye olabilme hakları bu taslakta da mevcuttur. Ancak 2547 sayılı Yasa’da yalnızca öğretim elemanlarına tanınan partilerin merkez organları ile araştırma ve danışma birimlerinde çalışabilme hakkı bu taslakta öğrencilere de verilmektedir. Ülkenin geleceği olan öğrenciler açısından bu durum iyi bir gelişmedir.
Tüm bu tartışmaların sonucunda yükseköğretim ile ilgili en önemli isteğim şudur: İçinde yalnızca eğitim-öğretim, bilimsel araştırma ve üretime odaklanmış, düşüncelerini özgürce tartışabilen öğretim elemanları; öğrenirken düşünebilen, düşünürken özgürce tartışabilen öğrencilerin olduğu; üniversite akademik ve idari yönetimlerinin merkezden değil, tümüyle üniversitenin kendi öğretim elemanları ve öğrencileri tarafından belirlendiği bilimsel ve özgür bir yükseköğretim sistemi arzu ediyorum.