Üniversiteler bir ülkenin aydınlanma, demokratikleşme merkezleri ve konumları gereği de bilimin yuvalarıdır. Tarih boyunca daha iyi, daha güzel ve doğrunun arandığı, aynı zamanda da dogmalardan uzak soyut düşüncenin gelişim yerleri olmuşlardır.
Bilim insanı olmak bir çok nitelik gerektirmektedir. Evrensel dünya görüşü, bilimsel düşünme yeteneği, araştırmacılık, üretkenlik, ilkeli ve güvenilir olmak ilk adımda sayılabilecek olanlardır. Türkiye’de bu niteliklerin çok daha fazlasına sahip bilim insanları vardır ve her geçen gün de elbette ki sayıları katlanarak artmaktadır. Akademisyenlik bir meslek değildir, bir yaşam şeklidir. Çileli, zor bir yoldur, bir sevda işidir. Öyle bir sevdadır ki sabahlara kadar uyutmaz, aklınızdan çıkmaz. Nasıl daha iyiye, daha güzele ve doğruya ulaşırım, nasıl daha yararlı olurum diye düşündürür durur. Ben böyle algılarım akademisyenliği…
Türkiye’de işler daha da zordur. Bilimsel çalışma yapmak daima olanaksızlıklarla kolkola gider. Birçok üniversite daha iyi bilim insanı yetiştirmek için yardımcı doçent atamaları ölçütleri koymakta. Bunların çoğuna daha eğitimli, müreffeh ve demokratik bir ülkede yaşamak ve tüm insanlığa yararlı insanların seçilebilmesi adına gönülden katılıyorum. Ancak ister yardımcı doçentlik, ister doçentlik ve profesörlük atamaları için olsun bir ölçüt belirlenecekse, bunu anabilim dalı akademik kurulları saptamalıdır. Çünkü gereksinmeleri ve bilimin güncel koşullarını en iyi değerlendirecek kurumlar, kuşku yoktur ki anabilim dallarıdır.
Konulacak ölçütler, bilimsel nitelikleri artırmaya yönelik ve toplumda idol oluşturacak kişileri üniversitelere kazandırmayı amaçlamalıdır. Elbette bu aynı zamanda da bir yarışmayı gerekli kılmaktadır.
Akademik kadrolara atanacak her bireyin, ülkenin geleceğinde rol alacak yeni nesilleri yetiştirdikleri ve ülkenin bilimsel kimliğine damgalarını vurdukları kuşkusuzdur. Aydın, demokratik, gelişmeye açık, insan hak ve özgürlüklerine saygılı bireylerden oluşturulacak akademik kadroların yapılandırılması kaçınılmazdır. Bu kadrolar oluşturulurken anabilim dallarının kanaati şüphe yok ki çok önemli olmaktadır. Atamalarda konulacak ölçütler mutlaka nesnel olmak zorundadır. Amaç olarak, daha nitelikli akademik kadroların oluşturulmasını hedefliyorsa, ölçütler asla bireyleri adres gösteremez. Eğer özel bir nitelik arayışı varsa bunu somutlaştırarak bildirmesi gereken yer anabilim dalı akademik kurulları olmalıdır. Aksi takdirde nitelik belirten kadro ilanları, belli kişileri bu önemli kadrolara atamayı hedefler hale gelecektir. Bu da bilimsel olmadığı gibi adil de olmayacaktır. Bilimde ilerlemek ve hep daha iyiye ulaşmak amaçlanıyorsa, kadro ilanları sadece önceden belirlenmiş somut bilimsel nitelikler çerçevesinde olmalıdır. Başarılı, üretken bilim insanlarının bu kadrolara başvurusundan ve bu kadrolara atanmasından çekinmemek gereklidir. Kadro ilanları birilerinin önünü kesmek veya önünü açmak şeklinde kullanılmamalıdır. Bu hem bireysel haklara engel olmakla kalmaz aynı zamanda da bilimsellikten uzak bir tavır olur.
Eğer yurtseverlik, bilim insanlığı, aydın insan ve demokrasi kavramlarını kendimize yakın buluyorsak, kaldı ki aksini savunma lüksümüz yoktur; herkesin bu kadrolara başvurusu teşvik edilmeli ve içlerinden en iyi olanlar bu kadrolara atanmalıdır. Kadrolar ne bir erk meselesi yapılmalıdır ne de Demokles’in kılıcı gibi insanların tepesinde sallanmalıdır. Yılgın, silik, şevki kırılmış insanın kendisine yararı olmaz ki bilim üretsin, öğrenci yetiştirsin, insanlığa yararlı olsun. Atatürk’ün “Gençliğe Hitabe’sinde” betimlediği nesilleri istiyorsak üstümüze düşeni yapmamız gerekir. Nice 19 Mayıslara…