Sen hiç böyle sevdin mi?
Adalet heyecanlıydı; o gün bugündü. Kendini ve Üstün’ü aynı salkımda iki üzüm gibi beynine kodlamıştı; sonunda Üstün’ün ailesi kendisini istemeye geleceklerdi.
Üstün ve Adalet …
Birlikte olmaları çoktan hayatın deneasına yazılmıştı. Okuyabilene aşk olsundu, oldu da…
“Seni ilk gördüğüm o günden beri
Adına aşk deyip bağlandım
Hem mutluluğu paylaşmaya
Hem acılarına ortağım” dedi Üstün;
Adalet de “ortak olunası ne varsa” vardı; Ve
“Sana ait bütünüm senindir özüm
Kimseyi görmüyor inan ki gözüm
Asla vazgeçmedim yemin ederim
Arkasındayım hala verdiğim sözün” dedi…
Dediler de ne oldu?
Üstün ve Adalet birlikteliklerini resmileştirmek ve ilk adımı atmak adına erkek ve kız tarafının müsait oldukları bir günü planladılar.
Kendisine hep itimat edildiğini her yerde övgüyle vurgulayan Güven Bey ve
“Herkesin var bir hikayesi
Gidenleri var, kalanları var
Hiç bitmeyen şikayetleri
Sönenleri var, yananları var” edalı her şeyi tersten anlayan (onura değil nabza bakan) Adile Hanım kızını verecek miydi?
Dosdoğru olduğu inancının tavan yaptığı Rüçhan Bey ve
“Haber yollamış, mum yakıp ararmışım
İki güne kalmaz kapısına dayanırmışım
Duymadım daha komiğini, güzel espri
Bana müsaade artık, bittiyse gösteri” ifadeli burnu düşse yerden almaz e-golu (ah o e’yi bir atabilse, gidebilecek) Mülkiye Hanım oğluna bu kızı uygun görecek miydi?
Erkek tarafı mağrur durmaya, kız tarafı da burnundan kıl aldırmamaya ant içmişler gibiydi. Üstün ve Adalet “bir araya” gelebilecek miydi? Mutlaka gelmeliydi.
Üstün memleketin meşhur Doğru markalı çikolatasını; Erdem çiçekçiden de çift sayı uğursuzluktur nameli yine de nazar boncuğu takılması ihmal edilmemiş tek sayıdaki güllerini almış; annesi ve babasıyla “gecikmeden” Adalet’in evine gitmişlerdi. Adalet’i bekletmemeliydi. Zaten Adalet de beklemezdi. Zili çaldı. Kız babası Güven Bey Üstün ve ailesini kapıda karşılamıştı. Adalet babasının hemen arkasında, adının sade ama yüce gücünü taşıyan ruhuyla; kıyafetinin ise abartısız şıklığı içinde olarak misafirlerine “hoş geldiniz” dediğinde Üstün Adalet’in tam karşısında ama aslında hep yanında olduğu bildirimiyle durmaktaydı. Bu duruş ikisini yan yana görüp “duramayacak olanların” da zamanın birkaç saniyesinde yok oluşunu davet etmişti. Üstün-Adalet ikilisinin ilk resmi buluşması gerçekleşmişti.
Amacı belli sohbetin hesaplanmış koordinatlarında, Adalet kaş göz işaretiyle hatırları kırk yardıracak kahve ritüeli için mutfağa yönlendirilmişti. Tuzun asla birleştirilemeyeceği kimyasal reaksiyonlu tuzak kahvede bile adaletsiz olamayacak olan Adalet, damat ruhlu fincana koklama dozunda reaksiyon yapmayacak bir ekleme yapmıştı. Hatırı hep sorgulanacak olan kahveler adrese teslim, aile büyüklerinden başlanarak dağıtılmıştı. Buruşuk yüz ifadesinden “hedef ulaşımlı” görevin tamamlandığını ifade eden mesaj alınmış; kompozisyon edalı, girişli gelişmeli, dönüp dolaşıp tekrardan içi açılabilme olasılıklı sohbetin kısmen sonuna varılmıştı. Oğlan babası Rüçhan Bey’in Üstün-Adalet ikilisini bir araya getirecek balkon konuşmasını yapması beklenmeye başlanmıştı.
“Gençler anlaşmış, güzel bir yuva kurma yoluna niyetlenmiş. Bizler de onların aile büyükleri olarak bu izdivacın kurulmasına en güzel şekilde vesile olma telaşındayız. Bu amaçla Allah’ın emri, peygamber efendimizin kavliyle kızınız Adalet’i oğlumuz Üstün’e istiyoruz.” cümleleri resmi kıvamda, ama duygu fırınında pişiyormuşçasına üstü yanmadan, ama illa ki altı da kontrol edilerek servis edilmeye başlanacaktı ki aday damat’a
“Sen aşkı çiçek, böcek, güneş, bulut sanmışsın
Mevsimlerine göre uyuyup uyanmışsın” şeklinde bakan Adile Hanım o bildik vazgeçilmez soruyu sormadan edemezdi, sordu da:
– Oğlumuz ne iş yapıyor?
Bu soru diğer olası soruların en kralıydı; diğer prens sorular ise şiirsel kafiyeli evi, arabası ve bankada parasıydı (bu soru Mülkiye Hanım’ın taş modundaki lalelerin olduğu, desenli eteğini boşaltmasını sağladı). Alt yazı olarak geçmesi gereken cümleler, dalga boyu ölçülemez frekansta akıyordu; akmıyordu adeta tropikal yağmur gibi sağanak halde yağıyordu. Besinsel eksikliği hiçbir zaman olmamış bol e’li e-go devredeydi. Adalet’in mülkle bir ilgisi olamazdı, Mülkiye Hanım bunu nasıl anlayabilirdi? “Adalet mülkün temelidir” diye de bir söz vardı; ama bu söz bunun için söylenmemişti ki…
Üstün-Adalet gemisi tehlikeli sulara doğru yol almaktaydı. Gemi unutulma korkusuyla yol alırken de dalga seslerinden çıkan
“Seni karanlıklara bırakmak istemezdim
Anılarımı solmuş çiçekle süslemezdim
Ardından acıtacak bir tek söz söylemezdim
Ben hiç hak etmedim ki böyle unutuluşu”
melodisiyle Adalet ellerini kucağında kavuşturarak oturduğu yerde dikilmiş, heyecanla sanki bir tenis maçındaymış gibi başını bir annesine bir Mülkiye Hanım’a çevirerek olanları, sonrasında da olabilecekleri anlamaya çalışıyordu.
Olanlar oldu. Kendisine itimat edilmediğini düşünen Güven Bey ile yanlış nabzı yoklayan Adile Hanım; “doğruydu ki her şey” inancındaki Rüçhan Bey ile mülkün müptelası Mülkiye Hanım Üstün-Adalet birlikteliğine son verdiler. Üstün-Adalet ikilisine kör kurşun isabet etmişti. İkisi son saygı duruşuyla birbirlerinden ayrıldılar.
Lakin gönül susmazdı; Ne mi dedi?
Bırakın Adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun!..