Doksanlı yılların ilk yarısı, bir arkadaşım aracılığıyla tanıştığım bir yazardı Boris Vian. Okuduğum ilk yapıtı Günlerin Köpüğü adlı bir romandı ve beni hayli etkilemişti. Ancak Vian, özellikle bir kitabıyla bana çok fazla dokunmuştu: Yüreksöken. Gerçekten, bu kitaptan bana kalan o kadar çok şey vardır ki bu metne aynı adı vermem boşuna değil.
Hikâyenin başlangıcında Jacquemort adlı karakterin eşi Clémentine doğum yapar ve üçüz çocuklarını dünyaya getirir. Clémentine, doğumda o kadar çok acı çeker ki babanın çocuklara yaklaşmasına izin vermez ve tüm acıyı kendisi çektiği için çocuklar ile ilgili tüm hakların ona ait olduğunu söyler. Jacquemort mutsuz bir şekilde evin dışında beklerken köye yeni gelen Angel isimli psikiyatrist ile tanışır. Durumu anlatınca Angel’in tepkisi unutulmazdır: “Acı gibi gereksiz bir şeyin insana bir hak vermesini anlayamıyorum!”
Kalp ve damar cerrahisi gibi bir alanda çalışan kişiler kendilerini ister istemez Clémentine ile özdeşleştirebilirler. Neredeyse her hastanın her türlü sorunu ve iyiliği için acı çekecek derecede çaba içerisinde olup kenara çekilmek çok zordur. Ancak, günümüz otoriteleri, romanın psikiyatrist kahramanı Angel örneğinde olduğu gibi, acının bir ‘hak kazanma’ nedeni olabileceğine inanmamaktadır. Bu kadar yoğun bir çaba içerisine neden girer bir insan? Neden kendinden bu denli bir vazgeçiş ile hayatını başka insanların hayatına adar? Neden kardiyovasküler cerrahlar dışarıdan çok ulvi birer yaratık gibi görünürken, biz kendimize başkalarından gördüğümüz saygıyı duymayız?
Bu soruların yanıtlarını arayacağım önünüzdeki sayfalarda. Ne kadarını bulabileceğimi bilemiyorum. Belki de doğru yanıtlar bende değildir. Ancak bulmak için önce aramak gerek. Emin olduğum şey ise, bu arayıştaki eşliğinizin bana mutluluk vereceği ve gerek ortaya çıkacak fikirler gerekse burun kıvıracağımız ezberler karşısında duygudaşlık düzeyinde hemhal olabileceğimizin o çekici olasılığı.
Şimdi biraz daha ileriye, 2004 yılının sonlarına doğru gidelim. Ankara’dan, Sağlık Bakanlığı Organ ve Doku Koordinasyon Biriminden gece yarısı aldığım bir telefon ile başlıyor hikâye. İstanbul’da bir hastanede beyin ölümü gerçekleşmiş bir donörün kalbinin, Ankara’da nakil için bekleyen bir hastaya verilmesine karar veriliyor kurallar gereği. Ankara bizden donör kardiyektomi yapmamızı istiyor. Ben de uzmanlarıma sorarak izin alıyorum ve beraber kardiyektomiyi yapmaya gidiyoruz. Bu satırları okuyan ve tıp diline yabancı kişiler için, yapılacak işlemin “yürek sökmek” olduğunu söylemeliyim. Gerçek bir “yürek söken” olduktan sonra, sabaha karşı hastanenin otoparkında arabada otururken yaşadığım coşkuyu hatırlıyorum. Kalbin elime bir kuş gibi düşüşü ve onu hazırlayarak nakil için ilgili arkadaşlara uzatmam arasında hızla akan saniyeler içinde yaşadığım heyecanı. Bir yanda mesleki bir coşku yaşar ve bir insana hayat şansı sağlanabilecek olmasına aracılık ettiğimi düşünürken, diğer yandan başka birinin ölüm kararının alındığını ve başka bir ailede ümitlerin bittiği gecenin de aynı gece olduğunu idrak ediyorum. O gece, mesleki olarak önemli bir adım attığımı düşündüğüm o gece, başka bir hastanenin otoparkında cerrahi pratikte mutluluk veya heyecan diye bir şey olamayacağını anlıyorum. Eylemleri üzerine düşünen ve hisseden bir insanın öylece birdenbire kendini Araf’ta bulmasının soğuk gerçekliği şaşkına çeviriyor beni. Bir taraftan Tanrılardan ateşi çalmanın o tarifsiz gururunu yaşıyor, diğer taraftan kayalıklara zincirlenmiş bedenimden defalarca ciğerimi söken o zalim kartalın acımasız pençeleri altında acıdan kıvranıyorum. İçinde bulunduğum bu duygusal karmaşayı ne anlayabiliyor ne de kabul edebiliyorum.
Tüm o akıl yürütmelerin ufak bir kartopundan ete kemiğe bürünmüş bir hale gelmesiyle size sunabildiğim bu metinde bir yürek söken olmayı anlamaya ve anlatmaya çalışacağım. Biz bu işi niçin yapıyoruz? Bize rehber olan esaslar nelerdir? Pusulamız nedir? Şaşırdığımızda yolumuzu aydınlatan kutup yıldızımız nedir?
Kardiyovasküler Cerrah Olmak -1: Akıl Etmek
İhtisasa başladığım ilk hafta, belki de ikinci haftaydı. Uzmanlık eğitimine başlamadan önce kendimce birkaç okuma yapmıştım. Bir kalp damar cerrahı olacağım için önceden sıvı-elektrolit dengesi ile ilgili büyük bir kitap, bir EKG kitabı ve cerrahi hazırlık ile ilgili metinler okumuştum. İlk hafta yoğun bakımda sağa sola koşturup monitörü bile göremediğim bir hızla yürürken yanımdan geçen kıdemli bir asistan hemşirelere seslendi: “Bu hasta AF’ye girmiş” ve gerekli talimatı verdi. AF “Atriyal Fibrilasyon” denen ritim bozukluğunun kısaltmasıdır ve kalp cerrahisi geçirmiş hastalarda sık görülen bir komplikasyonudur. Kıdemlimin hastanın yanından geçerken hızla koyduğu bu teşhise ulaşabilmek için benim uzun bir EKG kaydı üzerinde ayrıntılı bir inceleme yapmam gerekiyordu. Bu mağlubiyetten birkaç hafta sonra, başka bir hasta başında ne olduğunu anlamayan gözlerle hastaya ve monitörüne bakakalmış buldum kendimi. O dönem kendisinden pek hazzetmediğim bir kıdemli gelip iki veya üç soruda durumu anlamış ve talimatlarını vermişti. Bense hasetle arkasından seğirtip sordum, “Nasıl anladın?” Bana anlayışlı ve müstehzi bir gülüşle karşılık verdi, “Kendini çok akıllı sanıyorsun değil mi? Önce burada biraz vakit geçirmen lazım.” Bugün şöyle bir bakıyorum da, o konuşmadan beri yirmi dört sene geçmiş. Kendimi hâlâ bir monitöre, bir anjiyografiye veya hastaya bakakalmış bulduğum oluyor. Geçen o sürede şu kadar hasta görmüşüm, şu kadar okuyup yazmışım, ama ne fayda, hâlâ yıllar öncesinde tanıklık ettiğim o kıdemlinin teşhis hızı ile kendiminkileri yarıştırdığımı fark ediyorum.
Kardiyovasküler cerrahiyi iki kısımda incelemek gerekir. Bunlardan ilki ve cerrahlarımızın önemli bir kısmının da heves ettiği kısım kalp cerrahisidir. Kalp cerrahisi teşhis etmek ile nadiren uğraşır. Ekseriyetle teşhise yönelik tüm çalışmaların yapıldığı ve hatta ameliyat kararı verilmiş hastalarla ilgilenir kalp cerrahı. Doğumsal kalp cerrahisi veya kapak cerrahisi gibi durumlarda ameliyat planı bile hazırlanmış olabilir. Alanında yeni olan genç cerrah için ameliyat işleri o kadar yoğundur ki düşünmeye fırsat yok gibidir. Öyle ki, bu kadar eylem odaklı bir alanda ‘akıl etmek’ gerekliliği bile sorgulanabilir. Kalp cerrahının günlük pratiği, yukarıda anlatılan ve başka olgularda olduğu gibi, en temel işlerden en karmaşık ameliyatlara kadar ileri derece beceri ve tecrübe gerektiren tüm süreçlerde olası ve beklenmeyen sorunlara çözüm üretmektir. Çözümlere ancak ve ancak ‘akıl ederek’ varılabilir. Akıl edebilmek, kendine hazır sunulmuş tüm süreçlere hâkim olmayı, tüm süreçlerde söz sahibi olmayı gerektirir. Bu süreçte cerrahın sahip olmadığı veya çoğunlukla sahip olamadığı şey zamandır. Cerrah, kısıtlı zamanda sorunu tespit edip çözebilmesi beklenen kişidir. Bu beklenti, cerrahların hazır yanıtları kullanmasını veya yanıtı hızlı bulabilmesini gerektirir. Olmayan sorunu düşünmek konusunda cerrahlar, özellikle kardiyovasküler cerrahlar kadar iyisini bulamayız. Günlük hayatta sık kullandığımız “iyi düşün iyi olsun” deyimi bir cerrahın sahip olmadığı tek lükstür. Cerrah en kötüyü düşünüp, en kötünün olabileceğini farz ederek davranır ve buna rağmen birçok beklenmedik sorunla karşılaşabilir. Bu açıdan denizciler misali bir bilinmezlik deryasına içredir. Cerrah, daima en kötü olasılığın gerçekleştiği duruma hazırdır. Velev ki bir ameliyathaneye girsek, bir grup kişiyi ameliyat masasının etrafında görsek tetikte bekleyen, her türlü olasılığa açık beden halinden kalp cerrahını hemen tanıyabiliriz. O, ameliyathanedeki paratoner gibidir adeta. Cerrah sürekli hazır olan, hiç rahatlamayan ve nedense hiç mutlu olamayan kişidir. Cerrah, olasılıkları kendi zihin kitaplığına kaydetmiş ve öngörebildiği olasılıkların gerçekleştiği hallere karşı çözümlerini en baştan üretmiş kişidir. Çünkü olasılıklar gerçekleştiğinde cerrahın düşünmek ve çözüm aramak için yeterince vakit bulması nadiren olasıdır.
Cerrah olmanın, cerrah olarak oluşmanın en zor taraflarından biri akıl edebilmektir. Akıl eden olmak çoğunlukla tecrübeyle kazanılan bir özelliktir. Bu nedenle, tecrübe bir kalp cerrahının sayılması gereken niteliklerinden biridir. Yıllar önce okuduğum bir kitabın girişindeki önsözden aklımda şu cümlenin kalmış olması şaşırtıcı olmamalıdır, “Kitap okumadan hasta görmek yelkensiz denize açılmak gibidir. Hasta görmeden okumak ise hiç açılmamak gibi”. Kalp cerrahisi, bu açıdan güzel bir örnek oluşturur. Günlük koşuşturma, gereken üst düzey cerrahi yetkinlik ve zaman kısıtlılığının zorladığı hız nedeniyle birçok cerrah okumaya pek vakit ayıramaz. En azından günlük olarak kitaplardan bahseden cerrah nadir rastlanan biridir. Lakin akıl etmek bilgili olmak ile mümkündür. Bu nedenle, cerrah olmak hep en mükemmeli aramak ile mümkün olabilir. Cerrah her şeyi olmadan gören büyücü gibi görünür işi bilmeyene. Hâlbuki cerrah işlerini eliyle değil aklıyla yapar. Akıl eder.
Diğer bir akıl etmek hali damar cerrahisi ile ilgilidir. Damar cerrahisinin aklı farklıdır. Tüm vücudu saran türlü türlü damarlara benzer damar cerrahisi aklı. Akıl taşır, şüphe taşır, verdiği yanıt kadar soru taşır. Taşıyamadığı yerde tıkanır, yorulur ve bozulur. Damar cerrahının aklı akıcıdır. Derya içre balıklara nüfuz eden su gibi, balıktan önce deryayı anlayan bir akıldır damar cerrahın aklı. Burada, bütünü gören bir akıl vardır; ve de bütünü düşünen bir akıldır bu. Damar cerrahı, daha ilk andan itibaren tüm sistemi düşünebilmek zorundadır. Dolayısıyla damar cerrahının akıl edebilmesi önce öğrenmektir. Boş bir zihinle akıl eder, tahmin eder, tetkik eder, bazen müsaade eder veya bazen men eder. Damar cerrahının aklı olasılıkların aklıdır. Olasılıklara açık, olasılıkların dünyasında hâkimiyet kuran bir akıldır. Olasılıkların gerçekleşmesinin bazen kaçınılmaz olduğunu bilir ve hâlâ tahtaya iyi bir sayı yazmak peşindedir. Kalp cerrahı ne kadar oyun alanındaki her şeyi biliyor ve kesinlikle davranıyorsa, damar cerrahı kesinlikten uzak bir denizde sürüklenmektedir. Sürüklenerek kimi zaman Kirke’nin yaşadığı sahile vurur, bazen iki başlı canavara yakalanır, Sirenlerin şarkısının tuzağına düşmeye meyleder ve nihayet evine, Penelope’ye ulaşmayı diler.
Tüm dokuların en içlerine işleyen zengin damar ağı, ancak o dokunun bütününü anlayabilmek ile anlaşılabilir. O nedenle vasküler akıl bütünün aklıdır. Bütünün işleyişini akıl edebilmek için bütünü okumak gerekir. Viseral damar akımı için tüm bağırsakların işleyişini, serebrovasküler hastalıklarda tüm beyni bilmek gerekir. Atardamarları anlayan akıl toplardamara yabancıdır, lenfatikleri anlamak ise belki en zorudur. Sanki akım hızı azaldıkça akıl da azıyla iktifa ediyor gibidir. Dolayısıyla aklımız kanımızla akıyor gibidir. Kalp cerrahı, kalbin tüm enerjisiyle akıl ederken damar ağında ilerledikçe aklımız her şeyi bilen bir müneccim olmaktan ziyade bir öğrenci suretindedir.
Kardiyovasküler Cerrah Olmak -2: Hak Etmemek
Yüreksöken romanındaki şu cümleye dönelim şimdi. “Acı gibi gereksiz bir şeyin verdiği hak…” Bir kardiyovasküler cerrahın hayattan beklediği alacağı, belki hiç alamayacağı bir borcu tahsil edemeyişini anlatır bu cümle. Nitekim bir cerrah, kendi kendine bu soruyu çok sorar. Bu hayat için, bu kişinin bir gün daha yaşaması için çekilen onca eziyetin kendisine hiçbir hak vermediği kişidir cerrah.
Cerrahi eğitimimin başlarında, özellikle altıncı ve yedinci aylarda ne kadar sıkıldığımı ve sürekli sızlandığımı hatırlarım. Belki benden önce de başkaları yapmıştır bilmiyorum, ama benden daha alt kıdemde birçok farklı cerrahi asistanında veya farklı merkezlerde çalışan farklı asistanlarda aynı sıkıntıyı gördüm. Hak etmiyorduk bize yapılan muameleyi. Kendimizi çok saygıdeğer insanlar olarak görüyorduk ancak günlük olarak maruz kaldığımız muamele kafamızdaki ile uyuşmuyordu. Bu durum, altıncı aydan sonra dayanılmaz olmaya başladı. Bir süre ortalarda sızlandıktan sonra bana karşı özel bir muamele olmadığını fark ettim. Aslında herhangi birine karşı özel bir muamele yoktu. Sadece işin gereği olan, işin disiplini içinde anlaşılması gereken bir davranış modeli vardı ve bu modele uymadığımızda zarar gören hastalar oluyordu. Dünyanın benim etrafımda dönmediğini fark etmek çok yıkıcı olmuştu. Bunu hak etmemiştim. Ancak, bunu ne kadar anladımsa o kadar işimin gereğini yapan biri olabildim. Dolayısıyla cerrah, elindekini hak etmediğini düşünen bir çocuk olmaktan işin gereğini yapan erişkine doğru olgunlaşan kişidir.
Profesyonel hayatta cerrahın hak etmediği diğer bir şey kazancıdır. Hiçbir cerrah aldığı kadar düşük bir ücreti hak etmez. Aslında yaptığımız işler çok daha fazlasıdır her zaman. Almamız gereken ücret de ona paralel olarak çok düşüktür. Bu hak etmediğimiz kadar düşük ücreti kazanabilmek için ne kadar çabaladığımızı düşünmek mesleği anlamamış olmaktır. Nitekim hiçbir cerrah aldığı ücretle yetinmez. Çünkü gerçekten işini seven ve işini bilen cerrahlar işi ücret için yapmazlar. Cerrahlar ücret istemezler demiyorum, bilakis. Ancak, kazancına pek imrendiğiniz bir cerraha giderek para kazanmak ile ilgili fikrini sorsanız kazandığı paranın komik derecede düşük olduğunu söyleyecektir size. Bunun nedeni tamahkârlık değildir veya doyumsuzluktan gelmez bu itiraz. Harcanan emek ve gereğini yapabilmek için yapılan maddi ve manevi yatırımın karşılığını vermekten ne kadar uzak olduğunu betimler adeta. Çok sevdiğim bir kıdemlim, kalp cerrahı olmak için ücret ödenmesi gerektiğini düşünürdü. Belki cerrahiyi anlatan en iyi cümle oydu. İşini, o işi yapmak için yapmaktır cerrahi. Hele ki kalp ve damar cerrahisi…
Kardiyovasküler Cerrah Olmak -3: Çok Çalışmak
Bugün kime sorsanız size çok çalıştığını anlatacaktır. Herkes çalışır, hem de çok çalışır. Kimisi belki tüm işyerinin yükünü tek başına sırtlar, kimi işten çıkamaz. Mesai kavramı olmayan işkolikler vardır. İş yükünden dolayı tükenen kişiler psikolojik destek ararlar. Hafta sonu yorgunluklarını atmak için eğlence yerlerini dolduran, aileleriyle vakit geçirme disiplini olan çalışanlar vardır. Cerrahlar, özellikle kalp ve damar cerrahları bu kişilerden değildir. Çünkü kalp ve damar cerrahları arasında “çok” olarak tanımlanabilecek bir çalışma miktarı veya süresi tanımlanmamıştır. Çalışmak ve çalışmamak vardır sadece.
Sürekli çalışmak cerrahı cerrah yapan şeylerden biridir. Cerrah, çok çalışan kişidir hali hazırda. Mesleğimin ilk yıllarında, bir hastanede, farklı disiplinlerden insanlarla tanıştığımız bir nöbet akşamı hatırlıyorum. Çalıştıkları farklı hastanelerin çevresindeki yemek mekânlarından konu açılmıştı. İlk o gün, asistanlığım süresince, en azından ilk dört senesi, yakınlardaki bir mekânda atıştırmak için dahi hastaneden çıkmadığımı fark etmiştim. Sadece ben değil, benim yakın alt ve üst kıdemlerimde kimsenin hastanenin en yakınındaki yemek yenebilecek mekânlardan haberi yoktu. İşin ilginci, bu yerler gizli saklı yerler değildi. Cadde üstünde, belki her gün önünden geçtiğimiz yerlerdi hepsi. Peki, nasıl olmuştu da hiçbirimiz o yerlere gitmemiştik veya gitme ihtiyacı hissetmemiştik. Hayır; size “biz çok çalışkan çocuklardık” diyerek bir güzelleme yapmayacağım. Çünkü başta bu satırların yazarı olmak üzere birçok arkadaşımız gezmeyi ve mekâncılığı gayet seven kişilerdi ve hiçbirimiz dünyayı kurtarma işinde değildik. Sadece bir konuda hepimiz ortaklaşıyorduk. Hepimiz kalp ve damar cerrahı olmak istiyorduk ve bu arzumuz bizi belli bir yaşam şeklini uygulamamız gerektiğine dair sessizce ikna etmişti. Günü yettiremiyor, işleri bitiremiyor ve eğer ki kaçmazsak hastaneden çıkamıyorduk. Giderek işlerin böyle yürüdüğünü öğrenmiştik. Kalp ve damar cerrahisi asla bitmeyen işler demekti ve bu işleri değil yapmayı anlayabilmeyi bile başarabilmek çok çalışmayı gerektiriyordu. Bizim işimizde kıdemliler iş buyurup kendilerini dinlendiremiyordu çünkü bir sorun oluştuğunda zaten en çok kıdemlilerin ve daha üst kıdemdeki uzman ve Hocaların duruma müdahale etmesi bekleniyordu. Hayatı avuçlarının içinde tutan bir cerrah için, yaşam kalbin sürekli atması gibi hiç durmayan bir ritimle akıyordu. Bizler, cerrah olabilmek için koşuşturan tıfıllardık. Etrafımızda ne olup bittiğinin bile çoğu zaman farkında değildik. Farkında olabilmeyi isterdik elbette, hatta yönetebilmeyi. Bir şeyler olmadan önce orada olabilmeyi dilerdik. Olduğunda çözebilmek isterdik. Bunu başarabilmenin nasıl olacağını hayal bile edemezdik. Ta ki, canımız çıkana kadar çalışıp da o ritmin kendisiyle beraber atana kadar.
Bir kalp cerrahı veya bir damar cerrahı çok çalışır. Çalışmak yaptıkları bir şey değildir, oldukları bir şeydir. Onların olduğu şey olmalarını sağlayan bir şey. Çalışmayan bir cerrah, giderek cerrah olmamaya başlar. Çalışmak, günlük bir rutin değil varoluşsal bir eylemdir. Cerrah, özellikle kalp ve damar cerrahı, dünyayı çalışarak yaşar. Cerrah olmak, çalışarak olur. Cerrah çalışır. Cerrah çalışarak yaşar, çalışarak yaşatır. Cerrah gebeliğinin son günlerine kadar ameliyatlarına girer ve iki gün sonra kendi evladını dünyaya getirir. Cerrah, bazen çocuğunu baba olduğu o ilk gün göremez ve yıllar geçse de kaçırdıklarının hüznünü kendine bile dillendiremez. Cerrahın çalışması hayattır, hem kendi hem de hastasının hayatı…
Kardiyovasküler Cerrah Olmak -4: Sisyphos Olmak
Mitolojinin en unutulmaz figürlerinden biridir Sisyphos. Kalp ve damar cerrahlarının bu efsanevi figürle iki açıdan büyük benzerliği vardır. Öncelikle, cerrahlar ve Sisyphos aynı günahı paylaşırlar: Tanrıları ölüm konusunda aldatırlar. Ölümü iki kez yendiği gibi Sisyphos’un, cerrah da her bir ameliyatında en az iki kez öldürür hastasını canlandırmadan önce. Öldü denen birçok hastayı canlandırmak kardiyovasküler cerrahinin varoluş nedenlerinden biridir. Esasında varoluş gerekçesidir. Düşünsenize, hangi yüce amaç, ölümü kandırmak dışında canlı bir insanın göğsünü yardırır bir testereyle? Hangi çılgın, vücudun tüm boşluklarına sanki ovada geziniyor gibi fütursuzca dalabilir? Ancak ölümü aldatmaya cesaret edenlerin yeltenebileceği bir hadsizliktir bu. Nitekim kalp ve damar cerrahı çok hadsiz biridir. Öyle ki, kalp cerrahisi ve damar cerrahisi, kendi alanlarında ölümü aldatan nice gelişmelerle Hippokrates’i bile yanıltmıştır. Cerrahi, iyileşmenin doğal yoldan olmasını ummakla yetinmemiş, yaşam uzatıcı formülleri bazen imkânları zorlayarak bulmuştur. Koroner baypas cerrahisi, anevrizma ve disseksiyon için sentetik greftlerle yapılan ameliyatlar, kesilecek bacakların baypas cerrahisiyle kurtarılması ve daha nice çözümler imkânsız denen olasılıklar gerçekleştirilerek hayata geçirilmiştir. Kalp ve damar cerrahisi, ölümü aldatmıştır. Varoluşunun en önemli nedenlerinden biri bu aldatmacadır.
Sisyphos ile paylaşılan diğer ortaklık cezalandırılışlarıdır. Sisyphos’un tepeye taşımak zorunda olduğu o koca kayayı zirveye ulaştığında tekrar aşağıya indirmesi gereken o sonsuz ve döngüsel görevi gibi cerrah da çoğunlukla akıntıya karşı kürek çekiyor gibidir. Kalp ve damar cerrahı, ölümü aldatmayı aynı sonsuz döngüye girmekle ödemektedir. Özellikle mesleklerinde yeni olan veya öğrenme sürecindeki kalp ve damar cerrahları için, iş bitmek bilmeyen bir görevler silsilesidir. Bir türlü bitmek bilmeyen yapılacaklar listesi, sonu gelmeyen yoğun bakım işleri, her şey tamamlandı derken fark edilen bir dizi eksik veya aksilik. Asistanlık dönemimde bir kıdemlim bana şöyle demişti, “Yoğun bakıma bakarsan yapmadığın birçok iş olduğunu görürsün. Yapacağın iş yoksa yoğun bakıma bakmamışsındır”. Bir diğeri ise hastaneden çıkmadan önce ‘son bir kez yoğun bakımı kontrol edip çıkayım’ demenin yanlış bir şey olduğunu, çünkü ne zaman böyle yapsa hastaneden çıkamadığını anlatmıştı. Demek ölümü aldatabilmek için bu bitmek bilmeyen işleri bitmek bilmeyen bir döngüsellikle ve bitmek bilmeyen bir yenidenlik hissiyle tekrar ve tekrar yapabilmeyi göze almalıyız. Başka türlü de ölüm aldatılamaz zaten, değil mi ama?
Sisyphos’tan farklı olarak cerrah aynı taşı taşımaz, hep başladığı yere dönmez. Bu bitmek bilmeyen çabaların sonucunda birileri ölümden kurtulur.
Kardiyovasküler Cerrah Olmak -5: Biz Olmak
Cerrahlar nasıl insanlardır diye sorsanız, aldığınız betimleyici yanıtların önemli bir kısmı “egolu” gibi bir ifade barındıracak, en azından fazla özgüveninden bir rahatsızlık dile getirilebilecektir. Cerrahinin en yorucu kısımlarından biri belki bu güç duruşudur. Ancak, her ne kadar güvenli ve “egolu” olursa olsun, özellikle iyi yetişmiş bir cerrahın ağzından “ben yaptım” ifadesini kolay kolay duyamazsınız. İyi yetişmiş cerrahlar olağan bir şekilde, en fazla kahramanlık veya yaratıcılık gösterdikleri ameliyatlardan sonra bile “Bahsedilen şu ameliyatı yaptık” derler. Hasta taburcu olurken kendisine teşekkür eden hasta yakınına “Hastanıza şu tedavileri verdik” derler. Sadece bir suçlama karşısında birinci tekil şahısla yanıt verir cerrahlar. Çünkü cerrahlar, özellikle kalp ve damar cerrahları, ne kadar yetenekli, bilgili ve becerili olsalar başarılarının beraber çalıştıkları ekiplere bağlı olduğunu çok iyi bilirler. Herhangi bir ameliyatın kalabalık bir insan gücüne ihtiyaç gösterdiğini, sadece bu ekibin değil belki hiç bilmediğiniz nice hastane çalışanının emeği olmasa yaptıkları işleri asla yapamayacaklarını bilirler. O nedenle, cerrahlar ekibin ekip olabilmesinde menteşe görevi gören temel bileşendir cerrahi kliniklerde. Cerrahi asistanı, hocasından biz olmayı öğrenir.
Kardiyovasküler Cerrah Olmak -6: Efsanelerin Ayak İzinden Gitmek
2006 yılında Antaya’da yapılan 9. Türk Kalp ve Damar Cerrahisi Derneği (TKDCD) Ulusal Kongresi’ne katılan büyük aort cerrahı Arısan Ergin’in konuşması hâlâ aklımdadır. O konuşmada, Arısan Ergin, Amerika Birleşik Devletleri’nde aort cerrahisinin kuruluş dönemlerinde aktif biçimde yer alan bir cerrah olarak yaşadıklarını anlatırken tüm salonun nefesini tutarak onu nasıl dinlediğini hatırlarım. Ancak bir hikâye vardır ki hâlâ zihnimden çıkmaz. Mount Sinai Hastanesi’nde Randall Griepp ile beraber aort cerrahisinde birçok ilki gerçekleştirdiklerini anlatan Ergin, beynin korunarak ameliyatın yapılabilmesi için ileri derece soğutulmuş vücutta dolaşımın tam olarak durdurulmasını hedeflediklerini anlatırken bunun için uyguladıkları sıra dışı bir yöntemden bahseder. Dr. Griepp ve ekibi, beynin tam olarak soğutulabilmesi için vücudu buz dolu bir Zodyak bot içine koyarak ameliyatı yapmak isterler. Zodyak bot ameliyathanenin kapısından girmediği için Dr. Griepp ameliyathanenin kapısını kırdırır.
2018 yılının bahar aylarında 67 yaşında bir Amerikalı hayatını kaybetti. Bu kişi hayatında birçok kalp ameliyatı veya girişimi geçirmişti. Pacemaker takılmış veya çıkarılmış, ablasyon tedavileri almıştı. Ancak, hastanın en ilginç ameliyatı 20 Nisan 1954 tarihinde geçirdiği ventriküler septal defekt onarımı ameliyatıydı. Meslekten olmayanlar için, bu ameliyatta iki karıncık arasındaki deliğin tamir edildiğini buraya bir not olarak ekleyeyim. Bahis konusu tamirin yapılabilmesi için kalbin durdurulması ve bu esnada vücudun kan dolaşımının haricen bir cihaz üzerinden sürdürülmesi gereklidir. Bu ameliyat, Lillehei tarafından yapılan ilk çapraz dolaşım ameliyatlarından biriydi. Bahis konusu ameliyatta hastanın babası donör olmuştu ve bu sayede çocuğun ameliyatı gerçekleştirilebilmişti. Çapraz dolaşım ile ameliyat yapmak için anne (veya baba) ile bebeğinin dolaşımlarını birbirine bağlamıştır Lillehei. Anlamayı kolaylaştırmak için, annenin (veya bazen babanın) ve çocuğun ameliyathanede yan yana iki masaya yatırılarak, aynı anda göğüslerinin açılmasından ve kalbe giren ve çıkan damarlarının birbirlerine tüplerle bağlanmasından bahsettiğimizi bir not olarak belirteyim. Bugün, biz cerrahlar için ulaşılabilir olan ve elimizin altında hazır bulunan birçok teknolojik harika, vaktiyle sınırları zorlayan cerrahlar sayesinde mümkün olabildi. Bugünden bakınca herkesi imrendirecek pek çok başarı, başlarda birçok hastanın ölümle sonuçlanan ameliyatları sonrasında elde edilen bilgi ve tecrübelerle kazanılabildi. Hatta Minnesota Üniversitesi Hastanesi’nde hemşirelerin hiç de alçak olmayan bir sesle Lillehei için “katil” diye söylendikleri anlatılır.
Bu satırlara sığdıramayacağımız daha birçok hikâye anlatılabilir kalp ve damar cerrahisinden. Bu hikâyeler genel okuyucu için ilginç veya tarihe düşülen notlar hükmünde olabilir. Bir cerrah için ise kendini hizaladığı tarihi silsileyi gösterir. Nereden başladığını bildiği bir hikâyede nerede olduğunu hatırlamak insana iyi gelir. Her gün aynı şeyleri yaptığını zanneden ve günün yorgunluğuyla baş edemeyen cerrah, imkânsızın bu ameliyathanede başarıldığını hatırlar. Zamanında bilimin ve insan vücudunun sınırlarını, sıraya girdiği silsiledeki büyük cerrahların zorladığını hatırlar.
Kardiyovasküler Cerrah Olmak -7: Silsileyi Takip Etmek
Cerrahların sık kullandığı bir kelime olan kıdem, Arapça kökenli bir sözcüktür. Nişanyan’ın sözlüğünde “önde olma, önce olma ve erken gelme” gibi anlamları olduğu yazılıdır. Tasavvufta ise kıdem ezeli anlamına gelmektedir. Kıdem ve hudûs derken, ezeli olan ve sonradan gelenler olarak işaret edilmektedir. Cerrahide kullandığımız kıdem, asıl anlamıyla uyumludur. Biz oraya geldiğimizde hali hazırda orada olanlar, bizden önce başlamış veya bitirmiş olanlar kıdemlilerdir.
Kıdemlilerin silsilesi bir yerden baktığınızda tarihin sayfalarında başlarken, bir yerden baktığınızda uzmanlık sınav sonuç belgenizi alır almaz başlar. Benim hikâyem de o sınav kâğıdını aldıktan sonra hastaneyi ziyaret ettiğim gün başlamıştı. Tanıştığım asistan, servis doktor odasına oturmuş, elindeki dosyaları dolduruyordu. Sonradan uğradığımda, aynı odada bir başka asistan vardı. Çalışmaya başladığımda girdiğim yoğun bakımda, benden önce oraya gelmiş birçok asistan vardı. Birileri bana bir şeyler öğretti, elime portegü verdi ve kesip dikmeyi gösterdiler. Yaptıklarımı beğenmediler, bazısını tekrar yaptırdılar, çoğunlukla azarladılar, beni nadiren dinlediler ve gerçekten uzun bir süreçten sonra bir gün kendimi “Cevat Hoca’ya bu hastayı sen sun” diye yollanan bir kıdemli olarak buldum. Ben ne zaman bunları anlayıp bir de anlatacak hale gelmiştim? Bir zaman sonra beni yardıma çağıranlar olmaya başladı. Ben ne zaman kendi işlerimi halledip bir de yardıma koşacak hale gelmiştim? Kendisinden önce geldiğim kişilerin kıdemlisi olmuştum ancak bu silsiledeki yerimi hak ediyor muydum? Bu soruları sormadan kalp ve damar cerrahı olmayız hiçbirimiz.
Birçok cerrahi disiplinde benzer sözler söylenebilir. Kalp ve damar cerrahisi, büyük bir cerrahi disiplin olarak diğerleriyle benzer şekilde bir silsile içinde yerinizi bulduğunuz bir disiplindir. Her birimiz Hocalarımızı saygı ve sevgiyle anarken, bize ilk el veren kıdemlilerimizle farklı bir bağ kurarız. Cerrah olmamızın şahitleri ve belki bizi cerrah olarak doğuran ebelerdir onlar. Hepimiz iyi kıdemliler miyiz? Hiç sanmıyorum. Muhtemelen kıdemlisi olduğum birçok kişi benden hiç hazzetmemiştir. Bazıları pek yararlanamamış ve bazıları çok sevmiş olabilir. Benim kıdemlilerime olduğu gibi. Ancak, bugün bakıyorum ve kendimi eskisinden daha fazla onlarla beraber hissediyorum. Cerrah olarak yeniden doğduğumuz dünyada, bir silsile içinde yer aldığımızda, aramızda farklı bir ilişkilenme yeni varoluşumuza paralel gelişir.
Kardiyovasküler Cerrah Olmak -8: Hocaların Elinden Tutmak
Türk müziğinin, özellikle de Osmanlı dönemi musikisinin ayak izlerini takip eden ve birçok kitabıyla bu tarihin farklı hikâyelerini anlatan Cem Behar’ın vurguladığı önemli bir özellik vardır. Türk müziği meşk esasına göre nesilden nesile iletilen bir kültürdür. Öyle ki, Kantemir’in naklettiğine göre usûl bilmeden yazılı notaya bakarak çalmanın, kişide bir anlayış gelişmeden nasıl müzik olamayacağının hikâyesi anlatılır. Aşk olmadan meşk olmaz! Aslında meşk süreci, yazılı olmayan kültür dönemine ait bir süreçtir. Bugün, okuma yazmanın alelâdeleştiği günümüz ortamında, okuma yazma olmaksızın bir kültürden nasıl bahsedilebileceği kişiyi şaşırtabilir. Hâlbuki zaman kapsülünüze atlayıp Antik Grek Uygarlığına doğru bir keşif yolculuğuna çıksanız, sadece yazılı metne bağlı olmanın öğrenmeyi ve düşünmeyi nasıl baltaladığını dinleyebilirsiniz Platon’dan veya Homeros’tan. Cerrahi ve özellikle kalp ve damar cerrahisi benzer bir meşk ile iletilir talebeye. Ülkemizde, biz talebelere yani talep edenlere açlığını çektiğimiz bilgileri meşk eden nice Hocalarımız oldu. Varlıklarını minnetle andığım nice değerli Hocam aklımdan tek tek geçerken, kendi kişisel tarihim içerisinden bazı ilham verici anıları çağırmakta fayda var.
Bugünden bakınca kimine göre uzun bir süre önce, 2012 yılının Haziran ayında doçentlik sözlü sınavına girmiştim. Sınav öncesi, bugün hâlâ büyük bir saygıyla andığım değerli cerrah Prof. Dr. Kaya Süzer ile çalıştığı hastanedeki odasında güzel bir sohbet yapmıştık. O sohbette bana anlattıklarını ve kendisinden ayrılırken bana verdiği ödevi aklıma kazıdım, “Türkiye’de kalp cerrahisinin tarihini yazacaksın bu şekilde!”. Birkaç yıl sonra 2016 yılında ilk kitabım yayınlandığında, kongrede kendisine arz ederken bana hatırlattı verdiğim o sözü, “Senin bir görevin vardı Adil!”. Her ne kadar Kaya Hoca’nın tam dediği gibi olmasa da, bu vesileyle ülkemizde olup bitenlere bir bakarak hikâyemizi hatırlamaya çalışalım.
Kaya Hoca’nın anlattığına göre, muhtemelen birçok kişi de buna katılacaktır, kalp cerrahisinde Türkiye’de iki esas ekol vardır. Bunlar Hacettepe ve Ankara Yüksek İhtisas ekolleridir. Tüm diğer klinikler bu ekollerden birine daha uyumlu olarak sınıflanabilir. Tabi ki Dr. Siyami Ersek nereye konacaktır diye sorabilirsiniz. Siyami Hoca’yı ülkemizde kalp cerrahisi alanındaki koçbaşı gibi düşünmek mümkün. Özellikle devlet bürokrasisine bu işin gerekliliğini ve gereklerini ilk anlatan kişidir Siyami Hoca. Ankara’ya Dr. Kemal Beyazıt’ı Yüksek İhtisas’ı kurmak için gönderen kişidir Siyami Hoca. TKDCD tarafından yayınlanan dergimizde, 1991 yılında yazdığı bir makalede Aydın Aytaç Hocamız da özetlemişti bu kuruluş sürecini (Dünyada ve Türkiye’de Kalp Cerrahisi. Turk Gogus Kalp Dama 1991;1:008-012). Aydın Aytaç Hocamızın bu yazısında özetlediği gibi, modern kalp cerrahisi ile ilgili ilk adımlar 1950’lerin başlarında İstanbul ve Ankara’da atılırken, perfüzyon sistemlerinin kullanılmaya başlamasıyla 1960’larda daha büyük atılımlar mümkün olabildi. Türkiye’de modern kalp cerrahisinin ilk adımları kapalı mitral onarımlarıyla başladı. Bu onarımlar kalp durudurlmadan yapıldığı için kapalı denmektedir. 1953 ve 1954 yıllarında İstanbul’da Dr. Nihat Dorken ve Dr. Fahri Arel, Ankara’da Dr. Orhan Mumin ve Dr. Hilmi Akın bunun öncülüğünü yaptılar. Daha sonraları Dr. Dorken ve Dr. Akın kapalı mitral onarım ve perikardiyektomi ameliyatlarını büyük seriler halinde uyguladılar. Ülkemizdeki ekstrakorporeal dolaşım kullanmak suretiyle ilk açık kalp ameliyatı teşebbüsü 1960 yılı Aralık ayında Dr. Mehmet Tekdoğan tarafından Hacettepe Hastanesi’nde gerçekleştirildi. Seri halindeki açık kalp ameliyatlarına ise yedi yıllık ihtisasını tamamlayarak ABD’den yurda dönmüş olan Dr. Aydın Aytaç tarafından 1962 yılı Haziran ayında Hacettepe Çocuk Hastanesi’nde başlandı. Modern damar cerrahisinin temelleri ve ilk uygulamaları ise Ankara Üniversiesi Tıp Fakültesi ile İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Genel Cerrahi kliniklerinde 1960’lı yıllarda başladı. İlk endovasküler uygulamalar 1999, 2000 yıllarında İstanbul, İzmir ve Ankara’da birbirleriyle yaklaşık eş zamanlı olarak yapıldı.
Benim Hocam, Prof. Dr. Cevat Yakut’u 2024 senesi içinde kaybettik. Onunla ilk tanıştığım günü hatırlıyorum; 2000 yılının Ağustos ayıydı. Bana niçin Koşuyolu’na geldiğimi sormuştu. Yeni şeyler görmek istiyorum deyince çok hoşuna gitmiş ve “burada göreceksin” demişti. Gerçekten Cevat Hoca, yapılamayanı yapmayı çok iyi bilirdi. İmkânsızı başarmanın olağan bir iş olduğu bir yerdi Koşuyolu. Orada, o okulda benim gibi birçok cerrah ameliyat yapmayı veya hastalara en iyi tedavinin nasıl uygulanacağını öğrendi. Ancak daha önemlisi, benimle beraber her cerrah Cevat Hoca’dan çok önemli bir şey öğrendi; tıpkı başka cerrahların kendi hocalarından farklı şekillerde öğrendiği gibi: Bir hastanın hayatı, belki bir gün daha yaşaması için elimizde ne varsa kullanmayı, yapılamaz deneni oldurabilmek için tüm dikkatimizi hasta üzerine odaklamayı, hayallerimizi dünyanın en yüksek zirvelerinden seçmeyi ve bilgimizi paylaşmayı… Hocayı uğurlarken, şimdiki Dernek Başkanımız Prof. Dr. Levent Yılık’ın konuşmasını dinlerken yaşadığım deja vu hâlâ aklımda. Sanki Hoca’nın karşısına çıkıp bir hastayı anlatan asistan halim gibiydi Levent Hoca. Kendinden önce o Derneğe hizmet etmiş eski bir başkanı, bir Hocayı uğurlarken o da dâhil olmuştu her birimizin önce kendi kliniğimizde, sonra ülke genelindeki kliniklerde dâhil olduğumuz silsileye.
Her birimiz Hocalarımızın ayak izlerinden gidiyoruz ve bizler o izleri takip ettikçe o izler büyüyor. Büyüyoruz. İşte, bizi büyüten, bizi gerçekten cerrah yapan en önemli değerlerden biri, bu silsileye dâhil olmaktır. İşte bu aidiyet, gece yarısı ameliyathanede ayakta durmakta zorlandığımızda, bir hastanın sıkıntılı bir komplikasyonu karşısında çaresiz hissettiğimizde veya her şeyi yaptığımızı düşündüğümüz ve onca emek verdiğimiz bir hastamızı kaybettiğimizde yanımızda, zihnimizde ve kalbimizde bizi yalnız bırakmayan büyük bir kalp ve damar cerrahisi cemiyeti ruhudur. Her birimiz, saklamayı beceremediğimiz o kocaman egolarımızın altında, o cemiyete dâhil olup türlü yeni oyunlar öğrenmeye heves eden çocuklar gibiyiz.
Değerli okuyucu;
Bu satırlara kadar sabrederek okumuşsan, kalp ve damar cerrahisine büyük bir ilgi duyuyor olmalısın. Belki sen de bir cerrahsın, belki başka bir disiplin uzmanı, bir sağlık çalışanı veya belki bir hasta oldun bir kalp ve damar cerrahına. Yukarıda yazılanları okuyunca birçok kişinin arada bir kafasını karıştıran nice konularda bu satırların yazarının da pek fazla bir şey bilmediğini fark etmiş olmalısın. Lakin bir kalp ve damar cerrahı olurken “bunu nasıl yapıyoruz” kadar “bunu neden yapıyoruz” üzerine de kafa yoran bir kardeşinden geliyor sana bu satırlar.
Birçok farklı kalp ve damar cerrahı mevcuttur. Her biri farklı karakterde, farklı beceride ve farklı motivasyonla çalışsalar da ortaklaştıkları, daha doğrusu ortaklaştığımız şeyler vardır. Hepimiz imkânsızı başarmak isteyen haşarı çocuklarız. Hepimiz kendimizi çok önemli zannederken, “Kül” içinde kaybolan “Cüz” gibi şaşkınız. Hepimiz, bizden önceki efsanelerden etkileniyoruz. Hepimiz, kıdemlilerimizden görüp öğrendik bizi biz yapan şeyleri. Hepimiz, her şeyi halledebileceğimize inanıyor ve hatta biliyoruz ve kimi zaman ne kadar çaresiz olduğumuzun farkındayız. Ölümün gözünün içine bakıp her gün onu kandırıyoruz ve bunun bedelini ödüyoruz hiç çekinmeden. Hepimiz el aldık bir Hocamızdan, kıdemlimizden, büyüğümüzden. Hepimiz, onca kabarık egomuza rağmen ekibimize ne kadar muhtaç olduğumuzun gayet farkındayız. Hepimiz çok çalışıyoruz, bizi cerrah yapan şeylerden biri çalışmak. Hepimiz her şeyi akıl etmek istiyoruz ve bazen kaybolup gidiyoruz bu uğraş içerisinde. Hepimiz çektiğimiz bunca çileyenin bize özel bir hak vermediğinin bilincindeyiz. Hepimiz kalp ve damar cerrahıyız ve sadece cerrah olmanın bile ne büyük bir mutluluk olduğunu deneyimleyebiliyoruz.
Kalp ve damar cerrahisi, birçok disiplinden daha geç ortaya çıkmış olsa da, ölümü aldatan bir kalp ve damar cerrahının adeta mabedi olan o ameliyathaneden daha gösterişli bir sahne düşünülebilir mi? Kaç maceraperest, kaç kâşif, kaç mucit yaşamı böylesine önceleyen bir yolculuğa tek başına çıkma cesaretini gösterebilmiştir ki? Bu yaşatmaya adanmış yolculukta, her gün kendini yeniden ve yeniden ve yeniden yaratan tüm kalp ve damar cerrahlarına Sisyphos direngenliği, Koios gibi akıl etme becerisi, Hermes Trismegistus bilgeliği dilerim…
2 yorum
Kalp cerrahisinin tarihçesini cerrahların psikolojisiyle harmanlayan güzel bir yazı olmuş. Yetişmemizde emeği geçen hocalarımızı saygıyla anıyorum.
Hocam kaleminize kuvvet bilğileriğizi paylaşdığınız için