“Türkçe ağzımdaki anamın sütüdür’’
Yahya Kemal
“Dil benim ses bayrağımdır”
Necip Fazıl Kısakürek
Yıl: 12 Temmuz 1932, Türk Dil Kurumu kuruldu.
Amaç: Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek.
Kuruluşu 16 Ekim 1954 olan Türk Standartları Enstitüsü kurum ve kuruluşlarda kullanılan tabelalar için kurallar standardını yayınladı. Buna göre “tabelada yabancı ifade, Türkçe kelimenin yüzde 25’i büyüklüğünde olacaktır” dedi.
%25 yabancı dil, %75 Türkçe…
-Makalenin diskası iyi olmamış, çekedin tekrar…(Akademisyen)
-Trafik çelıncıyla davn oldum, nerde benim filtre kahvem?.. (Plaza adamı)
-Projeyi ataç ettim, sisiledim herkese, konfirm edin, print almayı da unutmayın!..(Genel sekreter)
-Skecilımda yok bu toplantı, set edin yarına…(Siyo, yooo bu Müdür)
-Çok kualifiye değil, detone oluyor. Nekst!..(Müzik direktörü)
-Abi tükkana bi tabela astım, aciip dikkat çekiyo…(Yakup abi)
Turistik bölgede yaşıyorlardı, ekmek tekneleri de oradaydı. Turist anlamalıydı taaa uzaklardan ne sattıklarını, “ben var gitmek” Türkçeli İngilizceleri yetmiyordu artık; “Görünür” olmak “bilinir” olmakla ayrılamaz iki kardeşti, “aranır” olmak da ikinci dereceden akrabaydı… Kardeş ve yakın akraba kelimelerin gücü adına astılar tabelalarını…Bir İngiliz, bir Amerikalı, bir İtalyan ve bir Fransız (Temel yoktu bu sefer) hemencecik anlayıversin diye… Bilinen bu dört millet ve sonradan “dobrowski” lerin havada uçtuğu turist milletinin dünyasında herkes nasılsa İngilizce az çok bilir dediler; İngilizce ana dili, bazen de yan dili olan milletlerin anlayacağı, anlarlarken de “dikkat çekmece” lerin para dolu çekmeceler haline geleceği önceden hesaplanmış hedefler belirlenivermişti…Kat(l)edilmiş ana dil “kat” edilmiş varlıkla yer değiştiriyordu.
Renkli yazılar tasarımlı yazılarla kol kola, daha bir göze batan edayla ekmek teknelerinin kapı üstlerinde yerlerini aldılar.
Outlet, Restaurant, Cafeterya, Coffee, Aperto, Drive-thru open dediler,
Dediler de dediler…
Şehrin yol gösteren tabelaları ana dil-yan dil İngilizce dışında başka bir dile dönüşmekteydi. Arama motorlarına verilen Türkçe kelimelerin karşılığı İngilizce kelimeleri “olduğu gibi” alıp yüzlerde gülümse bıraktıran anlamlara dönüştürerek, zaten yön bulmakta zorlanan yabancılara sundular. Kapalı halk pazarı demek istediler “Off Public Market” yazdılar; Kapalı Pazar yeri için “Covered Market” yazarak arama motorlarında eror, çok pardon (hoop bu da fransızca ama), çok özür, hata verdirdiler…
Bazıları da “daha da bir dikkat çekeyim”in kibarca ifadesiyle; sokak diliyle ise o kelimenin karşılığı olan “yassılaşmış, sıkıştırılmış” ruhuyla hibrit bir dil oluşturdular.
Dönerchi, Madame Cocosh, Chilek Waffle, Doyajacksonn, Chanta, Bulgur King, Pier Mardin dediler,
Dediler de dediler…
Turist dünyasını bu dört milletten ibaret zannederken, ki ülkeye olası gelebilecekler o ana kadar hep böyle bilinirken, bazı yarı bilindik kelimeler kulaklara çarpar oluverdiler:
-Merhaben ya sadiki, sabahu’l-hayr…
Kelimelerin az çok tanıdıklığı cevaplamayı da kolaylaştırıyordu. Selamlaşmayı yukarıda adı geçen çekmece doluluğuna çevirebilmeyi planlayan “tabela endeksli hevesler” hemen harekete geçti, hem Latince karakterli hem Arapça (bazıları tarafından kimi zaman da “dua” diye zannedilen) yazılı tabelalar “merhaben” demişti. Gelme hatta yerleşme olasılığı en yüksek yerler daha bir “yükselişe” geçmişti.
Sutra fatayer (pideci, خبز بيتا باللحم), Dalal (emlakçı, دلال), hibridli olanlardan Al Rafidin Turizm, Mahmou Kuyumculuk diye yazdılar…
Yazdılar da yazdılar…
Alın yazısı gibi yazıldılar…
(Güzel ülkemizi ziyaret ve ikamet eden yabancılar için yol gösterme amaçlı kendi dillerinde yazılmış tabelalar elbette olmalıdır. Lakin yüzde kuralına uyulmalıdır).