Allah aşkına nedir bu vurdum duymazlık, bu kendini bilmezlik, bu ahlaksızlık, bu terbiyesizlik, bu cibilliyetsizlik, bu çekememezlik, bu haddini bilmezlik, bu edepsizlik, bu sorumsuzluk, bu kin, bu haset, bu düşmanlık böyle… “Hasta ve yakın isen, haklısın, hekimsen haksızsın!” felsefesi neden pompalanıyor?
“Zaman, Doktor olma zamanı değil!”. Devamına dilim varmıyor!
Kim dur diyecek bunlara…
Kim, hamasi nutukları bir tarafa bırakıp, Allah rızası için bu sağlık personelinin, bu hemşirenin, bu hekimin hakkını ve olmayan itibarını iade edecek… Nedir düşürüldüğümüz bu kepazelik batağı böyle. Battıkça batıyoruz.
Dünya standartları, kalite, muasır bilim, çağdaş tıp, hekim ihtiyacı, hocaların tecrübe ve fikirleri, âkillerin düşünceleri ve hakikatler ne kadar dikkate alınarak, habire Tıp Fakültesi açıyoruz! Uyduruk Hastalıkları, hastalık sınıfına sokunca da, ne kadar hastane açarsan aç, hastanelerde yatak bulmak mümkün değil.
Olan, namuslu hastalıklılara oluyor…
Tabii ki, kendini Kaf Dağında zanneden sorumlu-sorumsuz, sandalyesinden şeref kazandığını sanan, liyakatten uzak, sadakatte kusursuz bazı hekimlerin, hekimlere olan davranış bozuklukları ve düşmanlıkları da SCI kapsamına alınıp(!), ders olarak okutulması gereken apayrı klinik vakalar… Deontoloji mi, Hak getire…
“Emaneti ehline veriniz!” emrini, kim ne zaman yerine getirecek? Ne zaman “Liyakat” itibar görecek? Ne zaman “Sufli ve Edna Tufeylilik ve Yalakalık” son bulacak? Bu kötü sıfatları kullanmaktan da haya ettiğimi ifade etmek istiyorum.
Yazıktır. Ayıptır. Yeter artık!
Adam gecenin ilerleyen bir vaktinde, gerçekte aciliyeti bile tartışmalı olan bir sebeple, hastasını(!) alıp bir hastahanenin aciline baş vuruyor, aciliyet kurallarını hiçe sayıp, personele, hemşirelere, hekimlere hakaretler yağdırıyor, “Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz!” naraları ile hastahaneyi inletiyor, bilgiçlik taslıyor, efeleniyor, doktorculuk oynuyor, tehditler savuruyor, maddi-manevi şiddet uyguluyor. Emniyet Müdüründen, Valisinden, Bakanından Cumhurbaşkanına kadar, herkesin çok yakını olduğunu haykırıyor(!). Kimse bir şey yapamıyor, korkuyor. Daha sonra da, muzaffer bir komutan edası ile, elini kolunu sallayıp çekip gidiyor. Sonra vatandaş da, hekimden güler yüz, samimiyet, hoşgörü ve sabır bekliyor. Nereye kadar!
Bir de bu “Depo Nöbet” kavramı çıkardılar meslektaşlarımın başına. Ben yeni duydum. Hekim-Cerrah, bir hastanede çalışıyor, tutuyorlar onu 20-30 km ve ya daha fazla uzaklıktaki bir hastanede gece nöbetinde görevlendiriyorlarmış.
Bu nasıl bir düşünce! Nasıl bir çözüm! Nasıl bir mantık! Bu uygulamayı planlayanın, yapanın ve işleme koyanın, (şayet hekimse) tıbbi-cerrahi-klinik tecrübe ve bilgisinden endişe ediyorum. Çok özel ve olağanüstü durumlar tabii ki hariç… Bir başka hastaneden gelip nöbet tutan doktor, acilde görüp, endikasyonla yatırdığı veya ameliyat ettiği hastasını sabah bırakıp, kendi hastanesindeki görevine, hangi vicdan ve mesuliyet duygusu ile, nasıl gidecek? Hastalarını kime ve hangi tıbbi öğretiler çerçevesinde teslim edecek? Takibini-vizitini bizzat ameliyat eden cerrah yapmak ister. Doğrusu, etik ve hukuki olan da bu değil mi? Hasta ve yakınlarına kim bilgi verecek? Hem tıbbi hem de kanuni sorumluluğu kim deruhte edecek? Komplikasyonlardan kimi mesul tutacaksınız? Hasta sahipleri gelip, hastayı yatıran veya ameliyat eden doktordan hesap sorup, bilgi isteyip, şiddet uygulasa ve hatta yaralayıp öldürse, bunun hesabını kim verecek? Vicdan azabı duyulmayacak mı? “Şeytan azapta gerek” dercesine mi, hareket ediliyor? Anlayan beri gelsin!
Akl-ı Selim sahibi yöneticilerin, en kısa zamanda, bu hukuk ve tıbbi etik dışı uygulamalara bir çözüm getirerek, ileride tedavisi mümkün olmayan durumlara vesile olmamaları ve meslektaşlarımızın, hiç yetmezmiş gibi, bu sebeplerle başına gelebilecek musibetlerden kurtarmaları gerekmektedir.
Aksi takdirde, çok yakın bir zaman sonra, ne hastanızı tedavi ettirebilecek bir doktor, ne de ameliyatını yaptırabilecek bir cerrah bulabilirsiniz!
Bize de, yarın Hakk’ın Divanında mesul olmamamak ve Allah rızası için uyarmak düşer. Gerisi yetkililere…
Yok. Yok… Rubâîmizi unutmuş değilim. İşte!
BİRCİS
— — • / • — — —/ — — • / • —
(Mef’ûlü, Mefâîlün, Mef’ûlü, Feûl)
Dert sâhibi bel bağlar hep saf terine,
Derman, sızı, muhtaç kalmış neşterine,
“Bircis” adının “İsmâil Hakkı” diye,
Nâmın yazılır âşıklar defterine.
İsmail Hakkı Aydın