Pandemi koşullarının da zorunlu hale getirmesiyle hızlanan teknoloji ve internet ürünleri kullanımı insanlığı küresel bir dönüşüme doğru sürüklüyor. Yeni kavramlarımız dünya vatandaşlığı, global dayanışma, sağlığa öncelik, doğaya ve bilime saygı ve duygusal demokrasi olacak. Beslenme alışkanlıklarımızdan sosyal iletişim ve etkileşim biçimlerimize kadar yaşamın her alanında kaçınılmaz bir değişim içindeyiz. Peki bu dönüşüm ve değişimler zekamızı etkiliyor mu sorusunu hiç düşündünüz mü?
Geçmiş yıllarda daha çok pratik ve doğru problem çözme yeteneği ile özdeşleştirilen zekâ tanımı artık yerini duygusal zekaya bırakmaya başladı. Güncel yaşamda 6.his olarak tanımladığımız ama bilinç düzeyimiz arttıkça olayların ilerleyişini öngörebilme yeteneğine karşılık geldiğini kavradığımız duygusal zekâ tanımı, aynı zamanda karşımızdaki insanın duygularını anlama, kendi duygularımızı yönetme ve kontrol etme yeteneklerimizi de içeriyor. Peki zekâ tipimizi ve seviyemizi nasıl tanımlayabiliriz, nasıl ölçeriz, nasıl geliştirebiliriz? Birinci ve ikinci NASIL sorularına ortak olarak psikometrik testler cevap bulabiliyor. Üçüncü NASIL sorusunun cevabı ise nöronlarımızda gizli. Sağlıklı doğan her bebeğin beyninde aynı sayıda nöron var fakat birbirleri arasında bilgi akışını sağlayacak biyolojik ve kimyasal bağlantılar farklı gelişiyor. Gebeliğin üçüncü haftasında başlayan beyin gelişimi ömür boyu sürse de nöro-kimyasal bağlantılar 2 yaş civarında erişkinlerin bağlantı düzeyine ulaşıyor.
Birincil olarak nöronların yapısı genetik faktörlerin belirlediği moleküler olaylardan etkilenir. Öğrenme, hafıza, tanıma, konuşma ve hareket etme gibi duyusal, düşünsel ve motor becerileri etkileyen nöron uzantılarının oluşması (dendritler, aksonlar) ve diğer nöronlarla iletişimi sağlayan kimyasal bağlantıların (sinaplar) kurulması ise dış çevreden algılanan dokunsal ve duyusal tüm uyaranlarla başlar ve gelişir. Biyolojik yaş ilerledikçe fazla bağlantılar budanır ve her bireyin parmak izi gibi kendisine özgü haberleşme desenleri oluşur. Bu süreçler, genetik olarak organize edilmiştir ancak zamanla yaşanan deneyimler ve alınan besinler farklılaştıkça, karmaşık fakat iç dengesi olan beynin dinamik yapısı sürekli olarak değişir ve gelişir.
Patolojik olarak doğum sonrasından okul öncesi döneme kadar dört kat büyüyen insan beyni 6 yaşa kadar erişkin beyninin yaklaşık %90’ına denk gelecek hacme ulaşır. Ancak duygu-düşünce-eylem biçimlerini etkileyen yapısal ve fonksiyonel nöron değişimleri ise çocukluk ve ergenlik boyunca devam eder.
Bilgiyi işleyen hücreler olarak tanımlanabileceğimiz nöronlar içsel (vücut içi) ve dışsal (vücut dışı) uyaranları dendrit adını verdiğimiz nöron kısa uzantıları sayesinde algılar ve önce bu bilgi nöronun gövdesinde bir elektrokimyasal potansiyele dönüşür. Bu potansiyelin oluşması için hiyerarşik olarak hücre içinde en fazla proteinlerden kaynaklanan negatif yüklerin baskın olması, fosfor ve lipitten oluşan bir katmanın ayırdığı hücre içi ve hücre dışı sıvılar arasında sırasıyla sodyum ve potasyum iyonlarının hareket etmesi gerekir. Oluşan potansiyelin diğer nöronlarla bağlantıyı sağlayacak kimyasal ekleme ulaşması için nöronun akson adını verdiğimiz uzun iletim hattı boyunca ilerlemesi ise bu biyolojik yapının kalın bir miyelin kılıfla sarılı olmasını ve hasarsız olmasını gerektirir. Akson boyunca ilerleyen potansiyelin diğer nörona aktarılması ise bilgiyi alacak olan nöronun dendritlerinde bulunan reseptörlerin bilgiyi getiren kimyasal mesaj taşıyıcıları çekmesi ile gerçekleşir ve bu akış tek yönlü olarak nöronlar arasında devam eder. Peki hem biyolojik hem kimyasal hem de elektriksel bileşenleri olan bu döngü beslenme alışkanlıklarımız ve yaşamsal deneyimlerimiz ile ilintili midir?
Hangi uyaranların algılanabildiği, algılanan bilginin ne kadar hızlı kodlandığı ve nöronlar arasında nasıl bir deseni takip ederek hangi hızda iletildiği bizim zekâ tipimiz ve seviyemizle ilintili. Çünkü öğrenme-düşünme-akıl yürütme süreçleri, farklı uyaranların yeterli sıklıkla tekrar edilmesiyle, nöron uzantılarının artması ve nöronlar-arası bağlantıların oluşması sonucunda gelişiyor. Örneğin konuşma sesi, müzik sesi, insan yüzleri, doğa görüntüleri, bilmece-bulmaca çeşitleri, arkadaş-akran-aile ile katılımlı oyunlar ve sohbetler, farkı içeriklerde film izlemek vb. tüm olgular nöronları uyaran ve bilgi akışını başlatan uyaranlardır. Beynimizin beş duyu dışında motor hareketler olarak tanımlayabileceğimiz vücut hareketlerinden sorumlu bölgesinde bulunan nöronların uyarılmasını/uyandırılmasın sağlayanı ve bilgi akışını tetikleyen diğer uyaran tipi ise vücut hareketleridir.
Nöronların yapısal olarak hasarsız olmasında genetik faktörler baskın olmakla birlikte, bilginin kodlanmasını sağlayan kimyasal iyon hareketlerinin gerçekleşmesi ise beslenme alışkanlıklarına ve vücudun emilim düzeyine olduğu kadar ruh sağlığına da bağlı. Protein, sodyum, potasyum, fosfor ve Omega-3 içerikli besinler nöron gövdelerinin ve uzantılarının sağlıklı çalışmasını etkileyebiliyor. Stres ve yorgunluk nedeniyle molekülleri birbirine yapıştırarak nöronlarda bilginin algılanmasını engelleyen plakların ve bilgi akışını kısıtlayan düğümlerin oluşumu ise bozucu etkenlerdir. Vücudun melatonin ürettiği gece uykusu sırasında ise bu bozulmalar onarılır. Melatonin içeriği yüksek besinlerin alınması da bu onarımı ayrıca destekler.
Son yıllarda beynin gizemini anlamaya yönelik araştırmalara odaklanan sinir bilim çalışmaları, ebeveyn-bakıcı-akran tarafından sergilenen davranış ve tutumların çocukluk çağındaki beyin gelişimini ve zekâ düzeyini tamamen etkilediğini gösteriyor. Erişkinlerde ise sevgi duygusunu hissettiren sosyal deneyimlerin yaşanması nöron fonksiyonlarında iyileşme sağlıyor.
O halde bütünleşik bir döngünün devamıyla biçimlenen ve değişebilen zekâ tipi ve düzeyi için dört bağıl etken olduğunu söyleyebiliriz: sevgi-spor-besin-uyku.