Toplum eşitsizliklerden ve farklılıklardan oluşmaktadır. Bu eşitsizlikler çok farklı alanlarda sonuçlarını göstermektedir. Bu bağlamda gelir dağılımında da farklılıkların olması anormal bir durum olmasa gerektir. Nitekim insanların tümüyle mutlak eşit gelire sahip olması ütopik bir durum olmaya devam etmektedir.
Öte yandan an itibarıyla dünyada ciddi bir gelir dağılımı adaletsizliği vardır. Bu durumda gelir dağılımı açısından bu farklılıklar ve eşitsizlikler kabul edilebilir bir durum olarak mı görülecektir. Öncelikle belirtmeliyiz ki, gerek ülkesel ve bölgesel gerekse küresel ölçekte yaşanan gelir dağılımındaki adaletsizlik kabul edilebilir bir durum değildir ve asla bir kader olarak görülemez.
Farklı ideolojiler ve dinler gelir dağılımındaki adaletsizliğin sebepleri ve bunları giderme protokollerine dair öneriler ve analizlerde bulunmuşlardır. Tam da burada liberalizm (kapitalizm), sosyalizm (kominizm de dahil) konuya yaklaşımlarına kısaca baktıktan sonra İslam’ın zekat müessesi değerlendirilmeye çalışılacaktır.
Öncelikle liberalizmi açımlayabilmek açısından iki anahtar kavrama bakmalıyız. Birincisi, liberalizmin temelinde birey ve bireyin serbest faaliyetleri vardır. Birey, tam da modernliğin hümanistik felsefesi gereği daha önceki bağımlılıklarından kurtulan; dolayısıyla gündelik faaliyetlerinde referansını kendisinden alan bir entitedir. Bu bireyin özellikle ekonomik faaliyetlerinin önü kesilmemelidir. Diğer yandan bireyler arasındaki sözleşme ve anlaşmalara da müdahale edilmemelidir.
Bunun doğal bir sonucu olarak bir bireyin ekonomik anlamda en üst seviyeye ulaşması mümkünken, çok geniş bir kesim de daha az gelirle yaşamak durumunda kalabilir ve nihayetinde gelir dağılımındaki eşitsizlikler büyüyebilir. Devletin birey karşısında olabildiğince müdahale anlamında küçük olması gerektiği liberalizmce savunulmaktadır. Devlet bu bağlamda eşitsizliklere de müdahale etmemelidir. Aslında “sosyal adalet” kavramı liberal felsefenin özüne aykırı olmakla birlikte, süreç içerisinde liberal devletler gelir dağılımındaki adaletsizlikleri gidermek üzere devreye sokulmuşlardır. Küresel ölçekte dünyaya bakıldığında, liberalist ve kapitalist ekonomik yaklaşımın gelir dağılımındaki adaletsizlikleri daha da büyüttüğü görülmektedir. Özellikle küreselleşmede çokça kullanılan “sürdürülebilirlik” kavramı, gerçekte mevcut adaletsizliği pekiştirmek üzere işlevselleşmektedir.
Sol düşünce ise öncelikle özel mülkiyeti tüm eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin kaynağı olduğu gerekçesiyle reddetmektedir. Onlara göre insanlık ilk başta yaşadığı safha olan devletsiz ve mülkiyetsiz bir aşamaya doğru ilerlediğinde, insanlar arasında gelir dağılımı adaletsizliğinden söz edilmeyecektir. Sosyalizmden kominizme doğru giden bu süreç, motto haline gelmiş olan “herkesten yeteneği doğrultusunda ve herkese ihtiyacı kadar” cümlesinin ifade ettiği şekilde insanlar arasında bir üretim ve paylaşım sistemi öngörmektedir. Tarihsel pratikleri itibarıyla bakıldığında, mülkiyetin bireylerden devlete geçtiğini; burada da sol içinde çokça eleştirilen ayrıcalıklı bir burjuvazi yaratıldığını görmekteyiz.
Müslüman toplumlarda zekat, yoksulluk ve düşük gelirlinin yaşadığı maduriyeti gidermede iddialı bir mekanizma olarak devreye girmektedir. Peki bu yargının bir geçerliliği var mıdır? Bu soruyu sağlıklı bir şekilde cevaplandırabilmek için önce İslam’ın temel yaklaşımını ve ardından zekatın Müslüman toplumlarda nasıl algılandığını açımlamak gerekmektedir.
İslam temeli itibarıyla liberalizm gibi “birey” i kutsayarak onun toplum aleyhine sınırsız ekonomik yükselişini onaylamaz. Bu bağlamda topluma toplam bir bütünlük olarak bakar. Nitekim toplumda çalışan, çalışamayan, yaşlı, engelli vb. tüm insanların tolere edilebilecekleri bir perspektifle gelir dağılımında toplumsal olanı önceler. Bu niteliği sol düşünce ile ortak gibi görünmektedir. Fakat İslam özel mülkiyete pozitif bakmakla sol düşünceden ayrılmaktadır.
İslam açısından zekatın iki boyutuna dikkat çekmek mümkündür. Birincisi, zekat paranın belirli ellerde birikmesinin önünde ciddi bir engeldir. İkincisi de, zekat toplumda asgari yaşam standardına uygun gelir düzeyi yaratıldıktan sonra hala devam eden adaletsizlikleri ve gelir dengesizliklerini telafi etmek üzere işlev görmektedir. Bu açıdan zekatın mentalitesini şu şekilde ifade edebiliriz. Esas olan toplumdaki insanların insanca yaşayacak düzeyde bir gelire sahip olmasıdır. Bunun için de ekonomik ve siyasal düzeyde temel ilkeler çerçevesinde bir mekanizma oluşturulmak durumundadır. Yoksa gelir dağılımı adaletsizliğine hayatiyet kazandıran unsurlar devam ettiği sürece, zekatın adaletsizliği tamamen telafi edebileceğini beklememek gerekir.
Zekatın sonuçları açısından şu iki noktayı belirtmek mümkündür. Bir kere hiçbir insan “alan el” konumunda olmak istemez. Tüm insanlar çalışmak ve insanca yaşayacak bir gelire sahip olmak ister. İkincisi de, toplumlarda gelir dağılımı adaletsizliğini sürekli kılıp da, gelir dağılımında adalet mekanizmasını kurmadan sürekli insanları zekata muhtaç hale getirmek doğru bir mantık değildir. İşte tam da bu sebeple zekatı önceleyecek şekilde toplumda adil bir gelir dağılımı mekanizması kurmak esas olmalıdır.