Medya’ya yakın zamanda yansıyan şu haberi sanırım duymuşsunuzdur. ABD’de Seattle Çocuk Hastanesinde tedavi görmekte olan “serebral palsy” tanılı 9 yaşındaki kız çocuğuna, ergenlik belirtileri görüldükten sonra (6 yaşında iken) fiziksel gelişimini engelleyecek tedavi başlandı. Ailenin talebi üzerine, zihinsel ve bedensel engelli Ashley’e bir taraftan östrojen hormonu verilirken; diğer taraftan da rahim ve meme dokuları cerrahi olarak alındı.
Tıp literatüründe bir benzeri pek olmayan olgu, bir tıbbi dergide yayınlanınca uygulanan tedavi üzerine etik tartışmalar başladı. Anne babanın, kendi rahatları ve fazla zahmet çekmemeleri için çocuklarının fiziksel gelişimini engellemelerinin etik olmadığının dile getirilmesi üzerine; Ashley’in ailesi, yapılan işlemin çocuklarının geleceği için doğru olduğunu savunuyorlar. Çocuğun küçük kalmasının, kucakta taşınmasını ve bakımını kolaylaştıracağını söylüyorlar. Rahimin alınmasının ise, Ashley’i adet sancılarından ve sıkıntılarından kurtaracağını öne sürüyorlar. Meme dokusunun alınmasının, gereksiz yükten kurtarma ve ileride tacize uğrama olasılığını azaltma amacına dönük olduğunu dile getiriyorlar. Zeka düzeyine göre çok ileri bir fiziki gelişimin, çocuklarının sosyal uyumunu bozacağı da ifade edilen nedenler arasında.
Gerçekten ilginç bir olgu ile karşı karşıyayız. Bir çok bilinmezler iç içe girmiş durumda. Öncelikle karar verilmesi gereken husus: Söz konusu müdahalenin, çocuğun yararına ve onun sağlığı için gerekli olduğundan mı, yoksa anne babanın isteği üzerine mi yapıldığıdır. Çünkü, her türlü tıbbi müdahale, sadece hastanın yararına ve onun talebiyle veya izniyle yapılır. Anne babanın zahmet çekmemek için veya rahatlarının bozulmaması amacıyla, çocukları da olsa bir kişinin geleceğine ve yaşamına bu denli büyük ölçüde müdahale etmeleri kabul edilemez. Anne babanın çocuk üzerindeki velayet hakları sınırsız değildir. Sonuçta her kişi, bebek ve çocuk da olsa bağımsız bir bireydir. İnsan olarak dünyaya geldiği için temel hakları hukukun koruması altındadır. Anne ve baba çocuğun maddi ve manevi varlığına zarar verecek tutum ve davranış içerisine girdikleri taktirde, velayet hakları elinden alınır. Türk Medeni Kanununun 347. maddesi, “çocuğun bedensel ve zihinsel gelişiminin tehlikede olması durumunda” velayetini anne babadan alır. Burada olay fiziki gelişimin engellenmesi olduğuna göre, doğrudan bu madde kapsamına girmektedir. Ancak fiilin amacı, kanunun suç tanımıyla çok uyumlu değil gibi görünmektedir. Ülkemizde yaşansaydı, hukukçularımız, acaba olayı nasıl değerlendirirlerdi?
Kuşkusuz, söz konusu olayda adı geçen anne ve babanın anlaşılır bazı gerekçeleri vardır. Fakat bunlara bakılarak yapılan müdahale meşru görülürse, ortaya çıkabilecek sonuçları kimse tahmin edemez. Bu olay karşısında ilkesel bir tavır almak gerekmektedir. Yoksa var olma fırsatı bulmuş insanlar tarafından, nice insanın sağlığını koruma ve geliştirme hakkının gasp edileceğinden kuşkunuz olmasın.
Hasta hakları adı altında dile getirilen ilke ve kurallar, sadece bedensel ve zihinsel gelişmeleri ortalama değerlerin üzerinde olanlarla sınırlı tutulamaz. Habere konu olan çocuğun, kendi haklarını koruyamayacak durumda olması, zeka düzeyi normal olan bir akranına asla yapılamayacak olan bir muameleye tabi tutulmasını haklı kılmaz.
Tıbbi bir zorunluluk halinde, -örneğin fiziki gelişimin, çocukta bir hastalığa veya ölüme yol açması söz konusu olduğunda- tamamen hastanın yararı gözetilerek, bu tür bir tedavi uygulanabilir. Ancak bu endikasyonun, anne babanın isteği üzerine ve onlara ait gerekçelerle değil; hastanın hekimi tarafından ve hastaya ait nedenlerle konmuş olması gerekir.
Etik açıdan dikkate alınması gereken diğer konulardan biri: çocuğun zihinsel gelişiminin tamamen durduğunun tartışmalı olmasıdır. Mevcut ve belki de ileride keşfedilecek bazı tedavi yöntemleriyle veya kendiliğinden, zihinsel fonksiyonları zaman içerisinde gelişebilecekse, yapılan girişim kabul edilemez. Ayrıca, uygulanan cerrahi girişimler ile hormonal tedavinin çocukta uzun vadede yol açacağı komplikasyonları da hesaba katmak gerekiyor. Çünkü, uygulanan tedavi, rutin bir işlem değil. Ne denli etkin ve güvenli olacağını da tam kestiremiyoruz.
Yeri geldiği için bir kez daha vurgulamak isterim. Hekimler yaşama, ölüme müdahale edebilecek bir mesleki gücü ellerinde taşırlar. Bu güç, hukukun ve meslek etiğinin ilkeleri umursanmadan kullanılırsa, çok kötü sonuçlar doğurabilir. Bazen hastalarımızın ya da yakınlarının yazgısı biz hekimleri çok üzer. Ancak bu, Tanrıcılık oynamak için bir gerekçe olamaz.