Yakın zamanda Medimagazin’de, isimsiz ürolog bir meslektaşımın yazısı yayınlandı. Mesleğinden daha genç yaşında bıktığını, bıktırıldığını, usandığını ve usandırıldığını haykıran bir meslektaşımdı. Çocuklarına ekmek getirememe korkusu olmasa, istifa edeceğini ifade ediyordu. Çok duygulandırdı, hatta utandırdı beni. Üç aşağı beş yukarı aynı duyguları, ben dâhil, bütün meslektaşlarımın da yaşadığını düşünüyorum.
Evet, zor, hem de çok zor… derler ya, “bekâra karı boşamak kolay”… İnsanın hekimlik gibi, hatta beyin cerrahisi gibi bir sevgilisi, sevdası olursa, ve bu sevgili de, nikâhlısı olursa… Aman Allah’ım! Son zamanlarda, tahayyülüne bile tahammül ıstırap… Cehennem azabı…
Ama ben de artık bu mesleğimi, çok sevdiğim müstesna bir arkadaşımın ifade ettiği gibi, daha uzun süre otopsinin soğuk masasında tutmak istemiyorum. Bir karar vermeliyim.
Evet, mesleğim bana ihanet etti, ettirildi. “Katolik nikâhı ile bağlı değilim ya… boşarım gider”(Boşamak da ne kolaysa…) de diyemiyorum. Hadi söyle, istersen… Ama kolay mı? Öğrencilik dâhil 40 yıl (Yazı ile kırk yıl!)…
Uykusuz Gecelerim, Bitmeyen Saatlerim, bir türlü sökmeyen Şafağım, ağarmayan Tanım, Nurlu Sabahım, Karakışım, Gelmeyen Baharım, Hasretim, Göz Bebeğim, Sevgilim, Sevdam, Sanatım, Ekmeğim, Suyum, yeşil örtülere farkında olmadan damlayan Alın Terim, Sırt Ağrılarım, gün yüzü görmeden tükenen Günlerim, Kalemlerim, Kitaplarım, Dergilerim, Makalelerim, Selamsız Hastalarım, Göz yaşım, Bakmaya Kıyamadığım Öğrencilerim, Asistanlarım, Hâsıl-ı Ömrüm ve Nikâhlı Eşim olan Mesleğim bana çok çile çektirdi. Hiç hatırımı saymadı, saydırtmadılar. Beni terk etti, ettirdiler. Saf, temiz, günahsız ve bel bağladığım Aşkımın aklını çelmişler… Komisyoncuların, kabzımalların eline düştü. Bazı meslektaşlarımızın da bilseniz bunda ne çok payı olduğunu… Ben de koruyamadım onu, bilemedik kıymetini… Mesleğim hazat-mezat, sokağa düştü, düşürüldü…
Aslında bende de, meslektaşlarımda da çok hata var… Ama beni de, sevgilimi, bu sevdayı terk etmek mecburiyetinde bırakıyorlar. Zira tutunacak dalım, dayanacak gücüm kalmadı, “NEFES”im kesildi benim de.
Bütün bunlardan dolayı, şimdi çok zor bir kararın aşamasındayım. Kırk yıl, bir film şeridi gibi gözlerimin önünden akıp geçiyor. Karar vermekte zorlanıyorum. Bir türlü karar veremiyorum.
Artık evimde her gün zır zır eden, surat asan, en ufak bir şeyde mahkemeye koşan, yok yüzüme gülmedi, yok istediğim parfümü, ilacı, protezi, kremi yazmadı, raporu vermedi, benim dilediğim gibi ameliyat yapmadı, çağırınca hemen gelmedi, yakınlarıma iyi davranmadı, güleç yüz göstermedi… vs. diyerek, avukatları ile anlaşıp yüklü tazminat davaları açan bir nikâhlı istemiyorum.
Bir ölünün soğuk yüzü gibi karşılıyor beni, onlarca yıl, zevk, şevk, arzu, ihtiras ve heyecanla merdivenlerini çıktığım, koridorlarını arşınladığım evim olan kliniğim, hastanem, fakültem…
Öğrencilerime karşı çok mahcubum. Onlara mesleğimi çok yanlış tanıttım ve empoze ettim. Boşuna günahlarına girmişim! Onlardan, biliyorum pek işlerine yaramayacak ama, yine de özür diliyorum.
Yıllar önce, “Nöroşirurji nikâhlı eşim, güzel sanatlar ve edebiyat metresim ve sevgilimdir” demiştim. Ne yapsam acaba, hepten metresime, sevgilime mi dönsem!…
Yeri gelmişken, Bahtsız Şehzade Cem Sultan, Babası Fatih adına tercüme ettiği, Hoca Selman’ın “Cemşid ve Hurşid” adlı eserinde de, şöyle diyordu:
“Ne gün yüzünde meh kalır ne Hurşid,
Ne yeryüzünde Cem kalır ne Cemşid.”