Acil servis hasta sirkülasyonunun en yoğun olduğu birimlerden biridir. Öyle olması gerekir normalde. Ama karşımda duran hasta bu dolaşıma girememiş. Altmışlı yaşlarda esmer ve kilolu bayanın yüzünü hatırlıyorum.
“Hasta dün de burada değil miydi?”
Sabah vizitinde yanımdaki araştırma görevlisine soruyorum. “Evet hocam,” diyor genç meslektaşım. “Diyabetik ayak,” diye hatırlatıyor.
Acil serviste işlerin kolay olmadığını herkes bilir. Peki, karmaşanın hüküm sürdüğü bu ortamda yönetimi en zor vakalar nedir diye sorsam aklınıza ilk gelecek şeyler ne olurdu?
Kalp krizi, felç, kanser, koma? Ya da trafik kazaları, kurşunlanma?
Tuhaf gelebilir ama yönetiminde en büyük zorlukların yaşandığı hastalıklardan birisi diyabetik ayak dediğimiz rahatsızlıktır. Çok önemli olduğu için bundan biraz bahsetmeliyim.
Ülkemizde neredeyse her on kişiden birisi şeker hastasıdır. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de bu oran gittikçe artmaktadır. Bunun nedeni aslında basit. Kentsel yaşam tarzı nedeniyle çok ve sağlıksız gıda tüketiyor, diğer yandan daha az hareket ediyor ve daha az enerji harcıyoruz. Sonuçta artan kilolarımız şeker hastalığına neden oluyor.
Sorun şu ki, adı gibi şeker bir hastalık değil bu. Kontrol ve takipler iyi yapılmazsa birçok organda ciddi hasarlar gelişir. Sonuç olarak kalp krizinden felce, böbrek yetmezliğinden körlüğe ve şimdiki hastamız gibi ayaklarda kangrenle seyreden diyabetik ayak dediğimiz duruma kadar pek çok hastalığa zemin hazırlanmış olur.
Uzun süren diyabette sinirler hasar gördüğü için ayakta kuruma ve çatlaklar oluşur. Ayrıca duyu kaybı geliştiği için hasta ağrıyı hissetmez. Yani çoğu kişi ayağının yaralandığını fark etmez bile. Yara büyüdüğünde de –acı duymadığı için- bunu önemsemez. Sonuç olarak enfeksiyonun tedavisi için geç kalınır.
Diyabette damarlar da hasar gördüğü için özellikle kılcal damarların olduğu uç noktalarda doku beslenmesi bozulur. Bu durum enfeksiyon gelişmesini kolaylaştırır. Diğer yandan gerek verilen ilaçlar gerekse vücudun doğal savunma sisteminin yaralı bölgeye ulaşması sekteye uğradığı için enfeksiyonlar bir türlü iyileşmez. Gelelim hastamıza…
Hastanın pek ağrısı yok ama yara fena görünüyor. Sol ayağının topuğundan başlayıp bileğine doğru uzanan şişlik, kızarıklık ve akıntının yanında canlılığını yitirmiş ve kararmış dokular da dikkatimi çekiyor.
İlk müdahale ve tetkiklerden sonra Enfeksiyon hastalıkları uzmanına bilgi veriyoruz. Gelen hekim antibiyotik tedavisi öneriyor ama hastayı yatıramayacağını söylüyor. Çünkü damar tıkanıklığı nedeniyle antibiyotik etki etmeyecektir.
Damar cerrahımızla görüşüyoruz. O da gelip hastayı değerlendiriyor. Fakat kılcal damarlara kadar uzanan tıkanıklık müdahaleyle açılacak gibi değil. Bu durumda canlılığını yitirmiş dokuların uzaklaştırılması gerekir.
Bu durumda Plastik cerraha haber vermemiz gerekiyor. O da geliyor. Cansız dokuların cerrahi olarak uzaklaştırılması konusunda diğer meslektaşlarıyla hemfikir görünüyor. Ama sorunun ciltte sınırlı olmadığını, alttaki dokuların hatta kemiklerin bile zarar görmüş olabileceğini söylüyor.
Bir kez daha telefona sarılıyor ve Ortopedi uzmanına haber veriyoruz. Hastayı görüp bütün tahlillerini değerlendiren cerrah tek çözümün ampütasyon (ameliyatla uzvun kesilmesi) olduğunu ifade ediyor. Ama aktif enfeksiyonu olan, kan şekeri yüksek ve böbrek fonksiyonları da bozulmaya başlamış hastayı bu durumda ameliyata alamayacağını söylüyor.
Bu sefer Dâhiliye uzmanını davet ediyoruz. Biz zaten başlamışız ama şeker kontrolü için tedaviye devam etmemizi bu arada acil dializ gerekmediğini ama böbrekleri korumak için biraz serum vermek gerektiğini söylüyor. Sonuç?
Mesele çözüme ulaşmıyor. Hasta halen acil serviste yatıyor. Biz hastayı tedavisiz bırakmıyoruz elbette. Tıkalı damarları açamayacağımızı biliyoruz ama en azından kan sulandırıcı ilaç veriyoruz. Tam etkili olmayacak ama yine de antibiyotikleri veriyoruz. Şeker hastalığı ve böbrek yetmezliği nedeniyle serum veriyoruz. Günler geçiyor ama hastamız ne iyileşiyor ne de bir kliniğe yatıyor.
Ahmet Kaya’nın sesi yankılanıyor zihnimde: “Hep sonradan gelir aklım başıma, hep sonradan, sonradan…”
İşin doğrusu tam da bu sırada yapılabilecekler gerçekten çok sınırlı. Ama yirmi yıl önce yapabileceğimiz çok şey vardı. Eisenhower Matrisi işe yarardı örneğin.
Dwight David Eisenhower 1953-1961 yılları arasında iki dönem ABD başkanlığını yapmış bir isim. Zaman yönetimi ve işlerini düzene sokmak amacıyla Eisenhower Matrisi tekniğini geliştirdi. Tekniğin temeli, yapılacak işleri önem ve aciliyet sırasına koyma esasına dayanıyor.
Öncelikle bir yapılacaklar listesi oluşturuyoruz. Bir sayfaya çizilen kare dörde bölünüyor. Birinci kareye önemli ve acil işleri yerleştiriyoruz. Bunlar hemen yapılması gereken önemli işlerdir. Hemen sağındaki ikinci kareye önemli ama acil olmayan işleri yerleştiriyoruz. İşte bu karedeki işleri ileri bir zaman için planlıyoruz. Alttaki üçüncü kare önemsiz ama acil işler olup yapabilirseniz başkasına havale edin. Son kare ise önemsiz ve acil olmayan işler olup bunlarla vakit kaybetmeyin.
Acil durumlarda –eğitimsiz insanlar dâhil- herkes bir adım atma çabası içindedir ama bu çabalar genellikle kalıcı ve etkili çözümler üretmez. Diyabetik ayak dediğimiz tablo oluştuğunda yapılabileceklerin ne kadar sınırlı olduğunu gördük. Oysa bu hale gelmemek için daha önce yapabileceklerimiz çok basit adımlardı. Bireysel olarak yaşam kalitemizi belirleyen ve sorunların çözümü için en etkili olan ikinci kare –acil değil ama önemli- etkinliklerdir.
Hastamız için çok geç. Ama bugün düzenli yürüyüş yapmak, sağlıklı beslenmek gibi herkesin yapabileceği basit adımları atmayanlar on ya da yirmi yıl sonra -tıpkı hastamız gibi- çözümsüz sorunlarla karşılaşacaklar. Sigarayı bırakmazsak kalp krizi ya da kanserle tanışacağız. Kurtulamadığımız tembellik, obezite ve ekonomik sorunlarla baş başa bırakacak bizi. Vazgeçmediğimiz bencillik yalnızlık ve bunalıma sürükleyecek bizi.
Bir bütün olarak hayatımızı güzelleştirmenin ve yaşam kalitemizi arttırmanın yolu, önemli işler acil hale dönüşmeden yani kriz ortaya çıkmadan bir şeyler yapmaktır.
“Herkes kendi geleceğinin mimarıdır,” der bir İngiliz Atasözü. Adım adım kendi güzel geleceğini inşa etmeye başlayanlar kervanına katılmak dilekleriyle…