Bu köşede yayınlanan “Zor Karar” ve “Çok Zor Karar” adlı iki makalemle ilgili olarak, aldığım yorum, mail ve telefon görüşmelerim, aslında benim bir buz dağının yalnızca görünen kısmını dile getirmiş olduğum gerçeğiyle beni yüzleştirdi ve içinde bulunduğumuz durumun vahameti, itiraf etmeliyim ki, ürküttü beni… Sıkıntılar bu denli çoktu da ben mi fark etmekte geciktim, yoksa sorunlar bir kar topuyken çığa dönüşerek mi üzerimize geliyor, bunu pek çözemedim… Meğer ne kadar çok uğraşılmaktaymış bizimle ve ne yazık ki bunda henüz bir doyuma da ulaşılmamış olmalı ki, gün geçmiyor ki ‘Hekimlik’ ve ‘Hekimlikle ilgili bir karar, bir tasarı gündeme gelmiyor olmasın… Hastalıklarının tedavisi, ameliyatlarının riskleri açısından bilgilendirilerek onamları alınan hastaların hastalıklarının olağan seyriyle vefatları olsa bile, bu onamlarının geçersiz sayılarak, yakınları tarafından dava açılabilmesine imkân veren kanun teklifi bile, dört nala çıkmış yola! Herhalde ilgililerin! ölümden sonra hekimleriyle ilgili davalarının, ‘Öteki Dünya’da da devam etmesi konusunda planladıkları projeler vardır sanıyorum!!! Yani haklılar da… Bu hekimleri ahirette de rahat bırakmamak gerek!, zira performans, merformans, ne eder eder, orada da para kazanmanın bir şekilde yolunu bulurlar!
“Vurun Hekime” sloganıyla, ne amaçlandığını anlamak mümkün değil… Aslında biliyorum… Biliyorum… Hem de nasıl biliyorum da! “yerim dar” oynayamıyorum! Duyduklarımız, okuduklarımız, hissettiklerimiz artık bizleri ne acı ki ‘Savunma Hekimliği’ yapar durumuna getirdi…
İlk kez Ocak 2011’de İstanbul’da tıbbi uygulama hatalarının tartışıldığı “Tıp Hukuku Günleri” toplantısının düzenlenmesini de, durumun ciddiyet göstergesi olarak kabul etmek gerekir. Bu toplantıda, özellikle, Adli Tıp ve bilirkişi raporları üzerine yapılan tartışmalar damgasını vurdu. “Hapse girmek istemiyorum”, “Hekimin düşmanı hâkim değil, hekimdir” gibi sloganların açıkça dillendirilmesi çok düşündürücü olmuştur.
Hapse girme korkusuyla artık riski yüksek ameliyatlardan imtina edilmesi, bu kez de kurtarılabilecek hastalara yardımcı olamama şeklinde vahim bir sonuç doğuracaktır. Ancak, “Kâinatta, her organizmanın kendini korumak için bir refleks savunma hakkı vardır” gerçeğini de akıldan çıkarmamak gerekir.
Sözün özü, tıbbın ilk çağlarından beri bedeni ve manevi yükü ağır olan ‘Hekimlik Mesleği’ne, meslektaşlarımızın canhıraş gayretleriyle!, ‘Hukuk’ da acımasız ve haksızca yük bindirir olmuş, her çağda, herkes tarafından özenilen bir meslek iken, günümüzde bu meslek sahiplerine “Çilekeş, Paragöz, Merhametsiz, Gaddar, Zalim, Arsız” vs, sıfatlarının! eklenmesi itibarına gölge düşürmüş ve haysiyetini baltalamıştır. Ancak bizler de bu “Gölge”nin ağırlığı ve “haset baltasının” acımasızlığı altında ezilmemeliyiz. Mesleğimizin ulviyyetini ve ulûhiyyetini asla unutmayarak, bildiklerimizi, tecrübelerimizi “yalnızca” vicdanımızın varlığını hissederek hastalarımıza sunmalıyız.
Benim, özellikle genç arkadaşlarıma önermek istediğim şudur ki, bu denli meşakkati olan ‘Nikâhlı Eşiniz’, mesleğinizin, yükünü azaltacak, kendinize ‘Sevgili’ olabilecek güzel sanatların, hangi dalından olursa olsun, bir hobi, bir meşguliyet edinmenizdir. Bu hobi sizin ‘Nefesiniz’ olacaktır. Erken yaşta başlayarak profesyonel düzeyde birikimi olanları, elbette takdir etmemek mümkün değil ama, hangi yaşta başlanılacak olursa olsun, bunun için de ‘Artık geç’ dememek gerekir.
Kendimizi sevip, kendimize kıymet vermedikçe, başkalarını da sevip, onlara yardımcı olamayacağımızdan, bu tavsiyeyi de, “Hekim” olarak kendimize bir “Reçete” olarak yazıyorum.
Tüm meslektaşlarımızın, cesaretle kıyamı için, “AŞK” dan (Hasret Matbaası, İstanbul, Sayfa 138, 2000) bir rubai…
HAYYAM’A İNAT
Kalk ey uyuşuk yürek, bütün köprüleri at,
Öyle bir aşk yaşa ki, titresin tüm Semerkant.
Kendin yarat, düzenle, gönlünce cennetini,
Yasakları yasakla, Ömer Hayyam’a inat…