Bir tebliğ yayınlandı ve tüm hekimler ‘zorunlu kaza sigortalarını’ yaptırdı. Üstüne üstlük, sigorta şirketleri mevcut poliçelerini 10 gün içinde bu tebliğin şartlarına göre yeniledi. Artık sıra fonda birikecek parayı tüketmek ve para kazanmak için yarışmaya başlayacak olan avukatlara geldi.
Malpraktis sigortasının gerekliliği, koşulları ve içeriği ile ilgili olarak yıllardır hekimler ve tıp hukukçuları arasında fikir alışverişleri ve tartışmalar devam ediyor. Bu detaylara girmeye şimdilik gerek yok ama madem hastalarımız için sigortalandık, ilk kez tanımlanan risk gruplamasını biraz dikkate almanın zamanı geldi.
Tebliğ ekinde uzmanlık ana ve yan dallarına göre risk grupları belirlendi. Tıbbi kötü uygulama yapma olasılığı daha yüksek olan branşlar, risk grubu yüksek olan gruba ayrılmışlar; daha çok tazminat ödemeye mecbur kalırlarsa sigortaları bunu karşılayabilsin diye daha çok prim ödüyorlar. Bu da gösteriyor ki her branş aynı zorlukları taşımıyor. Malpraktis sigortası uygulanan diğer ülkelerde de bu durum farklı değil. Örneğin; ABD’de de acil tıp, tıbbi kötü uygulamalar açısından en riskli uzmanlık alanlarından biri. Onlar da en yüksek seviyeden prim ödüyorlar. Nedeni basit! Neredeyse hakkında malpraktis davası açılmamış acil tıp uzmanı yok. Avukatlar “Dosyanıza bakalım bir hata tespit edersek hekim hakkında dava açarız” diye hastaların peşinde koşturuyor. Bu kovalamaca sonucunda, hekimler iyi tıbbi uygulamalardan çok, tetkike dayalı ve bakım maliyetinin arttığı bir hizmeti sunmaya yöneliyorlar. Neredeyse artık baş ağrısı ile gelen her hastaya beyin tomografisi (BT), karın ağrısıyla gelene batın BT çekiliyor. Kısır döngü sürüp gidiyor.
Bizde de hekimlik pratiğindeki bazı değişiklikler yavaş yavaş kendisini hissettirmeye başladı. Bilinçaltından dahi olsa bu giderek yaygınlaşacağa benziyor. Kendi uzmanlık alanı dahi olsa risk almamak için üst kuruma sevklerde artış olmaya başladı. Basitçe tetkik ve tedavisi yapılabilecek bir durumda bile hekimler “Yan dal uzmanı gerekli” veya “Ek tetkik gerekli, biz de yok” diyerek hasta sevk etmeye başladılar bile.
Risk gruplarının başka bir yönünü de görmek lazım. Diğer ülkelerde daha riskli olan branşlar daha farklı özlük haklarına sahip oluyorlar. Aldıkları maaş, çalışma saatleri, izin süreleri gibi. Bizde ise sabit maaş, aynı çalışma saati, aynı izin süresi, aynı çalışma yılı ama daha fazla beklenen sorumluluk ve alınan risk. Hâlbuki sigorta primi öderken riski yüksek olanlar daha çok prim ödemek zorunda değil miydi? Herkese aynı maaş bordrosu düzenlendiği için ödenen prim miktarını toplam gelirinden düşerseniz, riski yüksek olanlar daha da zararda. Ek zorunlu bir kesinti daha.
Riski yaratan sadece branşın zorluğu değil aslında. Çalışma koşulları bazen daha ön plana çıkıyor. Acil serviste her 5 dakikada bir, bir hastanın işini bitiremeyen hekim, bekleyenler tarafından darp edilme riski ile çalışıyor. Bir an önce işini bitirmeye çalışırken de haliyle hastaları atlayabiliyor, yanlış tanı koyabiliyor, eksik veya gecikmiş tedavi verebiliyor. Ne yazık ki hasta zarar gördüğünde, sorumlusu yine sadece hekim oluyor. Umarım zorunlu sigorta için tanımlanan riskler çalışma koşulları, özlük hakları için de kullanılmaya başlanır. Sadece tıbbi kötü uygulama için risk grupları kullanılmaz, iyi uygulamalar da karşılığını bulur.